Hiç bir ülkeye; insan hak ve özgürlüklerini, barış, hukuk ve adalet düzenini, refah, sosyal adaleti yani demokrasiyle özetlenen, açıklanan kavramları, yönetim biçimini iktidarlar kendi rızalarıyla getirmez.
Örneği yoktur.
Bunları toplumun çeşitli katmanları, işçiler, köylüler, gençler, askerler, hatta sermaye gurupları yani halk, ulusun bütün unsurları önce istemelidirler.
Gerçekleşmeyince de birleşerek, örgütlenerek demokratik eylemlerle talep etme hakları vardır.
'Gezi Parkı' ile başlayan ve hala devam eden süreç de böyle değerlendirilmeli, böyle anlaşılmalıdır.
Çok umutvar değilim ama; siyasal iktidar biran önce bu noktaya gelerek Gezi ve sonrasında oluşan birliktelikten demokrasimizi güçlendirmek için faydalanmalıdır.
Çünkü artık görülüyor ki; demokrasi isteyen güçlerin birlikteliğini şiddet dağıtmıyor.
Tersine şiddet arttıkça kenetleniliyor; iktidar da hakimiyetini, yönetme kabiliyetini kaybediyor.
İktidarın; demokrasinin yasama, yargı, yürütme, basın gibi güçleri,bütün yönetsel üst yapı kurumlarını, sadece oy yüzdesi üzerinden yarattığı bir kitleyi ve güvenlik güçlerini, varlığını sürdürmede 'paydaş' kabul edip sadece onları önemsemesi, ülkede yaşayan geride kalan herkesi ise; savaşılması ve yok edilmesi gereken bir muhalefet gibi görmesi ülkemizi gerdikçe geriyor.
Şiddet bir yöntem ve bir iç güvenlik politikası olarak benimsenmeye devam edildikçe, her şey daha da kötü oluyor.
Demokrasiden daha da uzaklaşılıyor.
Türkiye kazananı olmayan bir iç savaşa doğru hızla sürükleniyor.
Bugünlerde yaşananlar da bu tehlikeli gidişin uçurumdan önceki son duraklarıdır.
Bunu herkes anlamalı ve Gezinin yıldönümünde herkes biraz daha fazla düşünmeli, herkes ama en çok da iktidar tavizler vermelidir.
Gezi sürecinde kimlikleri ve ölme nedenleri ne olursa olsun hayatını kaybedenlerin tümünü 'demokrasi şehitleri' olarak addediyorum.
Ruhları şad olsun…
(31 Mayıs-2014)