GiresunManşet Üstü

ENKAZ…

Deprem önüne geçilmesi mümkün olmayan bir doğa olayı, bir doğal afettir. Yer altı katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi sırasında oluşan titreşimler dalga dalga yayılır bir hat oluşturur.
Türkiye’nin coğrafi sınırları boylamasına enlemesine, dikey yatay bu hatların üzerindedir. Şehirlerimizin neredeyse tamamının altlarında deprem fayları var.

Yüzyıllardır bu topraklarda bu nedenle depremler hep olmuş ve o şehirler sallanmış, sarsılmış, yıkıcı etkiler, binlerce can kayıpları bırakmış ardından. 

Yani depremler hayatımızın beklenen bir gerçeğidir. Mutlaka olacağını biliriz, şiddetini, yaratacağı etkileri, kaç bina yıkılacak, kaç kişi ölecek tahmin bile ederiz. Haritalar karşısında ellerinde çubuklarla bilim insanları, kırmızılara vurarak anlatırlar. 
Ama nafile…Herkes dinler ama gereğini yapmaz.

Nedir gereği?

Bir kere deprem ‘ilahi takdir, kader’, ‘Tanrının cezası’ gibi inanç sayılmayan hurafelerden hızla uzaklaşılmalı…Kullar buna inanabilir. Ama devleti yöneten iktidarların, yönetim kademelerini elinde bulunduran yöneticilerin kader filan gibi şeylerin ardına sığınarak yan gelip yatma hakkı yoktur. Onlar sorumlu davranmak, bilime inanmak, akılcı, mantıklı davranmak ve deprem politikaları oluşturarak bunları uygulamak zorundadırlar.

Ama bunun böyle olmadığını bir kez daha son depremde gördük.

6 Şubat’ta merkez üssü Kahramanmaraş olan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki deprem, 10 ilde yaklaşık 13,5 milyon kişinin yaşadığı bölgeyi yıkıma uğrattı.

Deprem sonrasında yaşananlar depremin şiddetini daha da artırdı.  

21 yıldır bu ülkeyi yöneten iktidar döneminde şiddetli depremler olmasına, şehirlerimizi yerlebir eden binlerce canımızı kaybettiğimiz depremler olmasına rağmen, bunlardan ders alınmamış, deneyim ve bir mücadele kültürü oluşmamış.

Böyle anlarda en kısa zamanda organize olmak ve ulaşmak ulaştırmak ilk, temel ve en önemli şarttır. Ama deprem kentlerine baktığımızda neyin nasıl yapılacağını bilemeyen kalabalıkların yönettiği bir afet yönetimsizliği söz konusu.  

Bir de utanmadan sıkılmadan insanlarla alay eder gibi çıkıp ulaşılmadık yer kalmadı diye pişkince konuşuyorlar. 42.Saatte bir bakan çıktı ‘yavaş yavaş kurtarma çalışmaları yoluna giriyor’ dedi.

Halbuki Gerçekler öyle değil.

50 saati aşkın bir süre geçti. Hala teknik araç gereç ekipman, iş makinaları, vinçler, arama kurtarma ekipleri, askerler, yöreye, enkazlara ulaşamadı. Bir planlama dahilinde sevk edilemiyorlar. Depremzedelerin barınma, beslenme, ısınma, iletişim ulaşım sorunları çözülemiyor. Çadır kentler kurulamadı. İlaç yok. Bebeler aç ve açıkta.

Göçük altında olanları deprem değil bunlar öldürüyor. Sayı 6 binlere dayandı. Sesimizi duyan var mı çığlıklarına karşılık verilemiyor, umutlar azalıyor.  

Acılar üzerinden siyaset yapılmaz. Böyle anlarda elbette dayanışma içinde olacağız, yaraları birlikte saracağız. Sarıyoruz da…

Ama hesap sormayı da geciktirmemeliyiz.

Yapı denetimleri yapmayanları, çürük zeminlere ruhsat verenleri, imar afları çıkaranları, yasalara, yönetmeliklere rağmen depreme uygun kentsel dönüşümleri tamamlamayanları…Ev, rezidans, site adı altında tabutluk yapanları…

Fay hatlarına kentler kuranları, ovaya, dere yatağına havaalanı yapanları can kaybına neden olan kişiler, kurumlar olarak görüp suçlamalıyız.   

Yurttaşlarımızın ödediği deprem vergilerinin ne olduğunu sormalıyız.

Trilyonlar harcanan yollar, köprüler neden çöktü?  

İletişim altyapısı neden çöktü, bizden alınan iletişim vergileri ne oldu diye soru sormalıyız.

Yurttaşlarımızı deprem enkazları altında öldüren ne varsa hesap sormalıyız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir