Manşet Üstü

Bir ‘eski yazı’…

Sevmek…! Korkmadan, aşkla, heyecanla sevebilmek… Sevmeyi sonsuza uzatabilmek… Bir tek gün bile şüphe duymadan yaşayabilmek… O huzuru, o sonsuz mutluluğu yürekte hissedebilmek… Ne güzel bir duygu hissederek ”seni seviyorum” diyebilmek…

”Seni Seviyorum” derken kanın kaynaması, sözcüklerin tutkuyla bütünleşmesi…

“Seni Seviyorum” cümlesini ben bu güne kadar sadece onun kulağına fısıldadım, sadece ona söyledim ona yazdım… Bu cümle onunla değerlendi ve anlam buldu, çünkü ondan başkasını düşünecek tek bir zerreye bile ruhumda yer yoktu… Tükenmeyen tek umudum o oldu benim bugüne dek… Hiçbir zaman gelmeyeceğini bile bile hiç tüketmedim umudumu… Oysa biliyordum asla benim olmayacağını…

Bu aşkın vuslatı yoktu, ancak rüyalarımda yaşayabilirdim vuslat anını…Bu gün içimden geleni değil, içimden gideni yazıyorum… Hislerimi anlatabilecek kelimem yok… cümlem yok… Harfim Yok… Tanımım Yok… Sesim Bile Yok…

Söylesen sevgili, şimdiye kadar yazdığım bütün cümlelerim mi anlamsızdı yoksa tüm kelimelerim mi değersizdi? Hiç mi anlam katamadı sana kelimelerim? Hiç mi sevgimi sana anlatamadı cümlelerim? Hiç mi değeri yoktu uğruna akıtılan gözyaşlarımın?

Oysa bana gelişin yüreğimin en derin acılarını silmişti derinden… Bana gelişin, yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı kadar rengarenk, rüzgarın esintisi, şiirlerin sesi gibiydi… Nasıl başladığını bilmediğim sevdamdın benim… Hep sana yazmak seni yazmak geldi içimden… Cümle cümle sende kaybolmak, şiir şiir sana damlamak, her an her saniye seninle olmak, vakitli vakitsiz hep seni sevmek geldi içimden…

Seni sevmeye başladığım gün nasıl olsa kaybedecek hiç bir şeyim yok demiştim, ama kendimi hiç hesap etmemişim…! Hep ulaşılamadın hep uzaktın… Seni gün gelir unuturum zannettim, olmadı unuttukça yeniden hatırladım… Sen bana hep uzaktın ve ben sana yakınlaştıkça hepten kayboldun… Ne sen bana bir kapı açıtın ne ben kapıyı kapatabildim… Hep sustum sadece bir cevap bekledim durdum tüm sorularıma… Ne evet ne hayır dedin… Sen hep uzak şehirdin benim için ve bir türlü bitmedi yol, varamadım şehrine…!

İçimde ki tarifsiz acıyı sana anlatabilmek mümkün değil artık, çünkü sensizliği sana anlatmak imkansız…! Derin bir nefes alıyorum ve aslında sensiz hayatımda her şeyin sen olduğunu anlıyorum… Uykumda, düşlerimde, hayallerimde, yağan yağmurda bile sen varsın… hayatımın her deminde, bedenimin her hücresinde sen varsın… öyle çok seviyorum ki seni sensiz her şey yabancı, her şey anlamsız geliyor… . Tenime karışıp kokum, bedenime girip ömrüm oldun… Ben senin yüreğinden yüreğime dökülen damlalarını, içine bakamadığım ama içinde kaybolduğum gözlerini, seni beklemeyi ve düşlerde sana kavuşmayı sevdim… Ben sende sevdim gülümsemeyi… Sende gördüm bakışların en derinini… Yüreğime yavaş yavaş dolan kelimeleri sende duydum… Kaybettiğim aşk anahtarını ben senin yüreğinde buldum… Ben bir tek sana güldüm içten… Bir tek seni sevdim yürekten… Ben aşkı seninle buldum, seninle yaşadım… Hayatta tatmadığım duyguları tattım ben sen de… Bir Yüreğin aşktan sevdadan nasıl kıpır kıpır olduğunu ilk defa sen de hissettim… Ben sende bakmadan görmeyi, hissetmeyi, özlemeyi, beklemeyi, hayal etmeyi öğrendim… Hepsinden önemlisi ben sende ”sevmeyi” öğrendim… Sahi sen beni ağlarken görmedin hiç değil mi sevgili? O derin yalnızlığımın içinde hep seni aradığımı, hüsran kokan şarkıların sözlerinde hep seni düşündüğümü, herhangi birileri sevdalarını şiirler de şarkılar da yaşarken şiirlerin şarkıların gürültülü sessizliğinde sadece seni yaşadığımı bilmedin hiç…!Sakın unutma sevgili…! ömrün boyunca hiç ama hiç kimse benim gibi sevemeyecek, kokunu taşımayacak teninde, dudaklarında tutkunun tadını bırakamayacak, sarıldığında vücudunu ateşe atamayacak, damarlarında dolaşamayacaksın benim gibi… Sakın unutma sevgili…! Ömrün boyunca hiç ama hiç kimse benim gibi yüreğinde taşımayacak aşk’ını son nefesine kadar, dudaklarından taşırırcasına söylemeyecek ”seni seviyorum” diye, benim “sen” olduğum kadar kimse “sen” olamayacak, benim düşlediğim kadar düşlemeyecek, beklediğim kadar beklemeyecek seni… Ve unutma sevgili…! Sen her akşam o bomboş odanda, yalnız yatarken yatağında benden başkasını düşlemeyecek, düşünemeyeceksin… Beni arayacak ellerin, beni düşleyecek gözlerin, deli yağmurlar gibi düşecek özlemim avuçlarına… Dudaklarında söylemeye korktuğun ama unutamadığın ismim, ekranında silemediğin resmim, umutlar yüreğinde gelmeyeceğimi bile bile bekleyeceksin… Dilinde hüzünlü bir şarkının son satırı özlem nöbetine tutulup ağlayacaksın çaresizliğine…

Ve Sakın Unutma Sevgili…! Ben yine her akşam o bomboş odamda, yalnızlığımla baş başa yatarken yatağımda, seni, sadece seni düşüneceğim, seninle dolduracağım yalnızlığımı… Yaktığım her sigaranın dumanı yakacak gözlerimi… O zehir şarkılara inat ben yine seni, hep seni bekleyeceğim… Ve biliyorum ki sevgili; seni ömrümün sonuna kadar unutmayacağım… Yaşadığım sürece hep mutsuzluğa yalnızlığa, özlemlere mahkum müebbet bir sensizlikle yaşayacağım…Ve biliyor musun sevgili; bir ruhani dokunuştu beni sana bağlayan… İmkansız bir aşk’tı yüreğime seni sımsıkı dolayan… Hiç Bir zaman sen uzaklardasın diye seni sevmekten, hayal etmekten vazgeçmedim… Yüreğimi yüreğine mühürledim… Yüreğimden sana dökülen sözlerin, gece yarısı özlemlerimin, seni sevmelerimin, büyüklüğüne ve yüceliğine inan… Bil ki; tenime tenin gibi kimsenin teni değmedi… Ve inan ki; hiç bir yürek bir başka yüreği bu kadar çok sevmedi… Seni çok sevdim… Sadece gözlerine bakarak ömrümü harcayacak kadar, yüreğinde yüreğimi unutacak kadar, tüm şiirlerimde seni yazıp şiirlerimde seni yaşayacak kadar sevdim… Yeter ki sen mutlu ol diye sensiz kalacak kadar çok sevdim… Köprüler kurdum içten içe sana varmak için, senin duvar örmelerini bilmeme rağmen… Tut ve bir daha hiç bırakma diye elimi uzattım geri çevirmelerini görmeme rağmen… Gözlerimi kapasam; o kapkaranlık yerde, küçük bir noktada hep seni görüdüm.. Ağlasam gözlerim kan çanağına dönene kadar; gözyaşlarımda senin izlerini taşıdım… Aşk bazen üzer, bazen de mutlu ederdi, benim payıma düşen hangisiydi peki sevgili? içimde atan bu kalp senin için çarpıyorsa, bu beyin her gün bıkmadan usanmadan seni düşünüyorsa, ağzımdan çıkan her kelime seninle kesişiyorsa hep bir yerde, ben mutluluk tarafını hak ediyorum öyleyse…! Ama sen hak ettiğimi sunmadın bana, istemediklerim çıktı her defasında karşıma…! Ve söylenebilecek tek bir söz kalıyor tüm yaşanılanlardan; vurgun yedim işte yine…! Ne kadar da isterdim senden nefret etmeyi… Ne kadar da isterdim sensizliği öğrenmeyi… Bir ucu kalbimde bir ucu ellerinde kaldı bu sevdanın… Dokunmasın kimse bana, yoksa hıçkırıklarla ağlarım…!Yokluğun yalnızlık, yokluğun yüreğimdeki en derin çığlık… Neresinden dalsam hayata hep bir yer açmak istedim sana.. Sen orada olmalıydın, hep yanıbaşımda… Ne zaman yokluğunu hissetsem inadına çağırdım seni… Kokuna nefesine ihtiyacım vardı… Sen gitmemi istedin benden ben senden gidemedim… Senden Gitmek kolaydı belki ama zor olan birşey vardı… Zor olandı beni sende tutan… Bırakması zor olan birşey vardı sende ya da birşeyim ama ben bırakamadım o bırakması zor olan şeyi… Ben senden gitmedim diye sen benden gittin… Oysa anlamalıydın gitmenin imkansız olduğunu… Gidenin tek adının olduğunu… Gitmenin ölüm olduğunu, soğuk bir ölüm…

Anlamadın ya da anlayamadın… Yoksa anlamamak işine mi geldi? Sen hep umursamayan oldun, hep değer vermeyen…. Ben Boş umutlarla ikimiz için bin bir hayal peşindeyken belki de aklında bile değildim ben… Ne üşüdüğümde ısıtır sandığım ellerin vardı yanımda ne teselli verici sözlerin… Hiç sevmedin ki sen… Sevemezdin de zaten… Basit mutluluklar peşinde avunurken ben bir gülüşünü benden kıskanırdın sen… Hep üzendin sen… Hep değer vermeyen…! Seni aramak ne kadar da zordu sevda kokan satırlarımda… Ne kadar zordu her seferinde eli boş dönmek yüreğinin kapılarından… Ne çok yaktın, ne çok kanatın canımı…! Boş ver beni ve git…! Yaşanılanları koca bir yalan edip kapıları ardıma kadar kapa da git…! Ben artık aşkı aramıyorum senin kuytularında… Zincirle yüreğimi kapının koluna… Bütün Perdelerimi Kapa… Işıkları da Söndür…! Karanlıklar yakışır benim yalnızlığıma… Bu yürek yorgunluğunun sonu-başlangıcı yok…! Bu hiçliğimin öylesi-böylesi yok…! Beni düşünme…! Boşver, git ama kapıları sıkıca kapa… Işık girmesin artık dışarıdan…. Beni yokluğuna göm ve git…! “Canım” dediğim seni canına göm ve git…! Ben seni öldürmeyi beceremiyorum işte anlasana…!!! Seni anlattıkça hep kış vurdu satırlarıma… Yalnızlığıma bir de titreyişim eklendi ki hiç sorma…! Kızdıkça yazıyorum, anlattıkça üşütüyorum… İçimi ancak böyle ısıtıyorum…

Oysa ki gelişine kurulmuştu saatlerim… Kıpır kıpırdı içim… Gözüm yolda ve arada saate ilişirken sana kurulduğumu unutuyordum… Cahillik de… Özlem de… Beklenti de… Yanılgı de; ne dersen de… Gelecektin.. . Hoşçakal diyerek ellerini uzatışın bir merhabayla silinecekti… Geçmişe ait iç isyanlarımın tamamını bastırıp sadece “neden geç kaldın” diyecektim… Ellerimdeki terin kuruyuşunu, ama sensiz geçen gecelerin hesabını, gözlerimdeki ferin gidişini soracaktım.. İster amaçsızlık de, istersen heyecan… İster ne yaptığını bilmemezlik de, istersen budalalık… İster tuhaflık de, istersen kandırış… İster önünü görememek de, istersen yok oluş… Sen ne dersen de işte…! Ve şimdi senin için başlayan her cümlenin bitişi yine sen… olsun…! Hatta ne olursa olsun, sen yine aşk de…! Aşk…!!!

Ufuk Kekül

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir