Van’daydım. 1989…Bir seçim süreciydi. Anavatan Partisi Genel Başkanı Turgut Özal miting için gelmişti. Oldukça kalabalıktı. Şarkılar, anonslar, sloganlar, alkışlar, bayraklar flamalar müthiş bir coşku vardı. Alanın bir kıyısında durmuş izliyordum. Burma bıyıklı bir amca yanımda, elinde “Big Boss Özal” yani ‘büyük patron Özal’ yazan bir pankartı o yandan bu yana sallayıp duruyordu. “Amca ne yazıyor biliyor musun pankattta” dedim. Dedi ki; “Vallah bilmiyem, elime vermişler sallıyem”…
Cevap ilginç, ilginç olduğu kadar da propaganda yöntemlerinin sınırsızlığını, seçmen kültürünü, lidere körü körüne bağlılığı özetleyecek nitelikteydi.
“HAYDİ BÜTÜN ELLER HAVAYA”
İletişim araçlarını kullanarak, alan ve sınırlarını genişleterek siyasi propagandanın bir aracı haline getirmişti merhum Özal. Ondan önce sadece afiş, pankart, bayrak vardı. Liderlerin söylemleri vardı. Ama O, simgelerle (arılı petekli Türkiye haritası, 4 siyasi eğilimi iki elin yumrukları içinde birleştirme), elinde kalemle çıktığı TRT’deki icraatın içinden programları. Kullandığı aracın teybine eşi Semra hanıma kaset koydurması, yerli yabancı reklam şirketlerine ajanslara aktarılan milyonluk bütçelerle ve şarkılarla kitleleri etkiliyordu, Yonca Evcimik söylüyor, bütün eller havaya kalkıyor, oylar Anavatan’a akıyordu.
ÖZAL PROPAGANDAYLA İKTİDARINI GÜÇLENDİRDİ
Anavatan’ın uzun süren iktidarının üzerinde durduğu sacayağının biri propagandaydı. Tekellleşen ve giderek kamu yayıncılığından uzaklaşan, sistem aygıtı haline gelen medya da propagandanın parçasıydı.
Algılar ve olgular yaratmada, imajını güçlendirmede pek mahirdi Özal. Nakşi kökenliydi. Ama çağdaşlık, liberallik, muhafazakarlık özellikleriyle harmanlanmış tonton bir adam oluvermişti propaganda sayesinde. Sosyalist, devrimci, çağ atlatan lider filan diyen de vardı.
Halbuki ülkede demokrasi, hak ve özgürlükler askıdaydı, 12 Eylül faşizminin yasaları yürürlükteydi, özelleştirme yoluyla peşkeşleme, sendikasızlaştırma, ağır İMF reçeteleriyle derinleşen yoksulluk, terör, daralan ekonomi, siyasi istikrarsızlık hat safhadaydı.
Bunlar bir yanda öte yanda lüks şatafat, Semra hanımın Först Leydiliği, papatyalarla yaptığı savurganlıklar,…
Devlet imkanlarından yararlanan, kaymağı yiyen zenginlerle, görgüsüz müteahit burjuvalarla, yoksullar arasında halleri biraz daha iyice Ortadirek adını verdiği bir sınıfı yaratmıştı Özal. Ama o sınıf direğin altında kalmıştı. Artık sadece zengin ve fakir vardı. %20 mutlu bir azınlık vardı.
Ama tüm bunlar görünmüyordu. Çünkü o yıllarda propaganda gözlere perde çekmişti. Gerçek anlatıldığı, gösterildiği gibiydi. Yaşanılan farklıydı.
İKİ AFİŞ
Anavatan’ın, Özal’ın en güçlü olduğu dönemde girilen o yerel seçimde reklam ajansları bir afiş hazrıladı. Eli kolu halatlarla bağlı bir adam karikatürü…“Eli kolu bağlı belediye ister misiniz” sorusunu sordular o afişle seçmene. Kampanya bunun üzerine kuruldu. Özal belediyelerin iktidarla uyumlu olmasını istiyordu. Hizmet almak için belediyeler kendi partisinden olmalıydı.
Muhalefet ise o seçim kampanyasında Erdal İnönü’nün zekasının ürünü olduğu sanılan bir elin sıktığı limonlu afişi kullandı. Ve seçmene “5 yıl daha bir limon gibi sıkılmaya gücünüz var mı?”sorusuyla uyarı yapıldı.
Sonuçta Özal yenildi. Propagandası bumereng etkisi yarattı. Limon gibi sıkılmak istenmeyen halk SHP’yi yerel yönetimlerde iktidara getirdi. Özal, İstanbul’u ve pek çok ili kaybetti. ANAP’ın erime süreci işte o seçimle başladı. Özal Çankaya’ya gitti, ANAP kısa sürede bitti gitti.
GELDİK BUGÜNE
Her şey günümüzle ne kadar benzeşiyor değil mi? Gene aynı noktaya geldik. Erdoğan ve adayları da seçmeni açık açık hizmetle tehdit ediyor. Bana oy vermezsen hizmet yok diyorlar.
1989’dan sadece bir şey eksik: Halkımıza hizmetle ülke arasında tercih yapmasını anlatacak, bir limonla kampanya yürüterek iktidar devirecek kadar güçlü ve örgütlü bir muhalefet ve adayları yok.
Bazı iller istisna…Ama genelde ne kadar kötü bir kampanya yönetiyorlar, yürütüyorlar. Bir bilene soran yok. Siyasal iletişim dilini, propaganda tekniklerini, bilimi akılı tamamen ret eden, gerçeklikten uzak, seçmen yağcılığına, seçmeni tavlamaya dönük çalışmalar benimsenmiş. İki el sıkma gülücük, alkış, cibban, goptu geliyi..Gündüz meşaleler yakmak nesi? Çocuklar, kadınlar, yaşlılarla çekilmiş fotoğraflarla ikna etme üzerine kurulu bir ‘çalışma’ yapıyorlar. Kampanya bile denemez buna. Garip şeyler yaparak oy almaya, seçmen tercihlerini değiştirmeye çalışıyorlar.
Acemice, arabeskçe…
Hele o bilgisayar teknolojisinin ürünü olan çizimlerle açıkladıkları proje dedikleri kartonlar, ekrana yansıttıkları şekiller var ki, gülmeden edemiyorum.
Harcanan paraya yazık. Güven vermiyorlar.
Proje değil, politikanız var mı…Çevre, ulaşım, kültür-sanat, kentsel dönüşüm, yatırım, istihdam, ekonomi, ulaşım, eğitim, sağlık, beslenme, sosyalleşme,yönetme…Politikalarınızı açıklayın. Budur beklenen ve seçmeni ikna edecek olan.
Sayısız kampanyaya tanık olmuş, az çok bu işi bilen bir iletişimci adayı olarak size bir sır vereyim. Geçin bunları. Sadece ana sorunumuz olan kent yoksulluğunu nasıl yeneceksiniz bunu anlatın yeter.
Neyse…Limon gibi sıkılmak mı, hizmet mi…Tarih tekerrürden ibraret mi, bunun 32 gün sonra göreceğiz.
Çok güzel analiz