Önceki gün komaya girerek hastaneye kaldırılan Azerbaycan Milli Meclisi Milletvekili Ganire Paşayeva’nın tedavisi yoğun bakımda sürüyor. Yapılan açıklamada Paşayeva’nın sağlık durumunun stabil olduğu ifade edildi.
Paşayeva’nın resmi hesabından yapılan açıklamada, sağlık durumunun değişmediği ve resmi makamlar dışında başka mercilere itibar edilmemesi gerektiği belirtildi.
Ganire Paşeyava’nın hastalığı ile ilgili gelişmeler tüm dünyada olduğu gibi Giresun’da da yakından takip ediliyor. Sık sık Giresun’a gelerek konuk olan ve üniversite tarafından düzenlenen etkinliklere katılan, konferanslar veren Paşayeva’ya, Giresun Belediye meclisi tarafından fahri hemşerilik beratı verilmişti.
GANİRE PAŞAYEVA’DAN GİRESUN YAZISI
Paşeyava, yazdığı bir yazıda Giresunla ilgili duygularını ifade etmişti. İşte o yazı…
GÜZELLİK önünde YAPILAN hayret
“Ganire Paşayeva ile adım adım Türk dünyası” dilsiləsindən
İslam dünyasının kutsal peygamberi Hz Muhammed (saa) şöyle buyurmuştur: “Bir saat güzel bir simayla yüz yüze kalıp, o güzel simaya temâşâ bir yılın ibadeti ve sevabına eşittir”.
Hazreti Peygamberimizin nem-nişan verdiği, hakkında söz açtığı o güzel yüz, güzel sima gibidir gözəlimiz Türkiye’nin kendine özgü bölgelerinden biri olan Giresun vilayeti.
Öyle güzel ki, burada güzellik kavramının ifadəçisi olan inançların həyatiliyinə inanmaya bilmiyorum; Demek, Giresundakı Amazon oteli ile şehir merkezi arası mesafede karar tutan yaşıllıqla süslenmiş bir dağ var. Zirvesi’nin durumu öyle haçalanmış ki, sanki, koskoca bir piraninin hayretten ağzı açılabilir kalıp. Bu hayret Giresun’un güzelliği önündeki heyrətdi. Sanki, doğanın kendisi bile kendi kutsal güzelliğinin önünde hayrete gelip, dağ dağlığıyla bile bu güzellik önünde ağzı açılı kalıp. Bizim bir şarkıda söylendiği gibi: “Olmaz böyle kamet, şöyle sima, böyle halet!”
İşte o hayret dağla yüz yüze – Doğu Karadeniz’in koynunda kendini mavi dalgaların kucağına atmış yeşilbaş sonanı hatırlatan küçük bir ada var. Sabrın, diyanetin abidesi gibi şekillenip.Karayolu boyunca bir süre gözlerin önünden çekilmez, üstad Mirza. Ələkbər Sabirin unutulmaz mısralarını diliyle dinib-konuşur: “benzerim bir kocaman dağa ki, deryada durur …”
Giresun güzellik içinde güzellik adası gibidir … Burası tam manasıyla güzellikler mesken.Bakıyorsun, el ediyor renkli yamaçlar. Al bayrak başının üstünde yardı.
Giresun her gelişim bir cennet kapısı açmak gibi unutulmaz oldu. Çeşitli hayallerimin, esrarengiz duygularımın, yer, gök, deniz arası düşüncelerimin gerçek vatanına dönüp Giresun. O, biraz Laçınımdı, biraz Kəlbəcərim, biraz da Şamaxım, Şəkimdi benim.
HER KAP içindekini sızdırır
İhtiyar Yunus Emre, ovcunun içi gibi biliyordun hayretini gizlemek bilmeyenlerin Allah’a en yakın olduklarını.
Yazdıklarından, beyan yaptıkların o hayretten geliyordu:
Açıldı gökler kapısı,
Rahmetle doldu hepsi,
Sekiz cennetin kapısı,
Açılır “Allah” diye diye.
Hala sekiz cennetin “Allah” diye diye açılan kapılarından biri gibidir Giresun vilayeti (bu tip toprak birimlerine Türkiye’de “yıl” denir).
Doğu Karadeniz’in ləpədöyəni boyunca arazisi uzayıp gidiyor … Gürcistan semtinden otomobil yoluyla ilerleyip Rizəni geçiyorsun, Trabzon’u adlayırsan, sol yüze burulan şosse yol seni Giresun alıyor. Ta Ordu vilayetine yetincə Giresun’un doğal güzellikleri ruhuna, gönlüne bin mesh çeker.Konumu-yerden tasavvuf düşüncesinin önemli simalarından olan Pir Sultan Abdal’ın mısraları gümüldənər hafızasında:
Cennet köprüsü kıldan incedir,
Keçe biliyorsun, gel beri.
İşte “İncil”, işte “Kur’an”,
Seçim biliyorsun, gel beri.
Giresun görkemli Türk şairi Rıza Tevfik Bölükbaşın təbirincə desem, “çalxanıb duygu içi, süzülüp duru geldim”.
Ve XVIII yüzyılın görünümü Türk şairi Qayıqçı Kul Mustafa’nın yazdıklarının yüzde-yüz doğru olmasının farkına vara-vara seyrine daldım Giresun vilayetinin:
Bu yavrum, altın kadehten
Içtikçe güzel oluyorsun.
Badənin rengi yüzüne
Düştükçe güzel oluyorsun.
Ruhla, duyguyla liməlim doldurulmuş kristal kadehe benziyor Giresun.
Behiştlik Yunus Emre doymadan, usanmadan “Gel dosta gedelim, gönül” seslenişi ediyordu.Biliyordu ki, bu gidiş təzələnmək, paklaşmaq noktada. Hele hele ki, özel bir iltifatla sana kucak açan Giresun gibi cennet bir belden adını söyledi gələsən.
Sevdiğim bir sözdür ki, “kendi boyundan yukarıda dura bilmenin artık senin ucalığındı!”
Tüm doğal güzellikleri, esrarengiz doğa ile bir arada Giresunu coğrafi sınır çevrələnməsindən çok büyük, yüksek sesle uca gördüm.
“İnsan bir su misali, kıvrım kıvrım akar” diye beyan edip söz büyüklerimizden olan Necip Fazıl Qısakürək …
Aynen öyle, “Sakarya şerqisi” nde belirtildiği gibi, Giresun’un doğal güzellikleri üstüne gönlüm su gibi akıp gidiyor.
Farkına varır ki, her kap içinde olanı sızdırır: “Sirke küpündən sirke, bal bardağın puan süzülür”.
Giresun öyle bir doğa güzelliği, öyle məkandı ki, hüsnünden dünyaya manevi saflık, gurur boylanır. Üstüne zamanlar geçer, tarih atlayıp. Bir gül qismindədi o geçen eyyam. Hüsameddin Çelebi Efendi’nin buyurduğu gibi, geçip gül mevsimi, gülden zamana gül suyu, gül kokusu hatıra kaldı.
Gözlerimi dolandırıb Giresun şehri boyunca bakıyor, baktıkça da Türk ozanlarından Yenişəhərli Avin Bey’in mısraları yelpaze çekiyor düşüncelerime:
Sanma taleb-i devlet-ü,
Şah etmeye geldik.
Biz aleme bir Yar için,
Ah etmeye geldik!
Giresun şehri gönülde bin-bin duygular uyandıran bu o “Yar” diye əzizlənən bir doğa harikası, anıtı.
Bu kutsal mekana gerek Pir Aziz ahlakı, meramı ile gelebilir bileceksin.
Hazreti Peygamberimiz ondan “İslam nedir?” – Diye soranlara şöyle cevap vermişti ki, islam güzel ahlak demektir.
Aynı manevi değerin taşıyıcısı olarak görüp-hissettim Giresunu.
Bu, unutulmaz bir hekayətdi; sudan soruyorlar:
-Seni kaybedersek nerede bulabiliriz?
Cevap verir:
-Sesim gelen yerden.
Aynı soruyu ateşe, oda verirler:
-Duman, duman gördüğünüz yerden – diye beyan ediyor.
Ahlaktan soruyorlar.
Koskoca bir ərdəmliklə “beni kaybederseniz bir daha bulamayacaksınız” diyor.
Kaybedilmesi günah olan bir güzellik noktada Giresun.
Yükseklikten temaşasına kalkarken bizim yerli Bakü şehrine benziyor Giresun. Nitekim, Bakü’nün “bir tarafı behri-Hazar” di, hem de Giresun bir yandan Doğu Karadeniz kaplıdır.
Adının “Kiraz” anlamında olmasını biliyoruz. Kiraz tüm dünyaya buradan yayılıyor. Bu eşsiz vilayet Doğu Karadeniz bölgesinde Karadeniz, Trabzon, Gümüşxanə, Erzincan, Sivas ve Ordu arasında yer alır. Osmanlı salnamələrində bölgenin adı Vilayet-i Çepin diye zikredilmiştir.
Giresun büyük Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığı anlarda onu muhafaza eden Topal Osman ve onun silah kardeşlerinin memleketi olan bir vilayet. Şehir Ağsu ve Batlama vadileri arasında denize doğru uzanan bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Tam karşısında Karadeniz’in bir adası olan Giresun Adası (Aretias) vardır. Bu vilayet 1920 yılına kadar Trabzon bağlı olmuş, 1923 yılından itibaren vilayet statüsü kazanmıştır. 1923’ten Giresun vilayeti merkez Tireboli ve Görele kazaları ile beraber bunlarla ilgili Bulancan, Keşan ve Espye açılarından oluşmaktadır. Bunlar bir tarixdi ve sürekli sıralanması var. Giresun’un bir Miletos kolonisi olarak kurulduğu deyilməkdədi. Yunanca adı “Kerasus”, daha sonra gelen Roma yönetimi döneminde “Cerasus” olarak adlandırılmıştır. Adının yabani kiraz ağaçlarından dolayı “Giraz diyarı” veya Spartasus isyanını yatıştıran komutan Gerasusdan gelmiş olabildiği de hayal edilir. Giresun 1397 yılında Türkmen beyi Emir oğlu Süleyman Bey tarafından fetih edilerek Türk yurdu haline getirilmiştir. Eski Türklerde adı Vilayet-i Çepindir. Güneyinde Gümüştepe, Koyulhisar, Gürgentepe, doğusunda Beşikdüzü, Abdal Musa (Sis) dağının etekleri … Türkmen boylarından olan Çepiklərin buraya Xoransandan tarihi İpek yolunun Gümüşxanə, Gürtün civarlarındakı gümüş madenlerinin ve limanlarının etkinliğini sağlamak için gönderildikleri deyilməkdədi.Giresin 1397 yılından bu yana Türk toprakları olup, düşman işgali görmemiştir.
Bu güzel tarihi anlatamazlar-anlatamazlar yıllar öncesi okuduğum ve hiçbir zaman unutamadığım bir hatıra aklıma düşüyor. Baba oğlunu meşgul etmek için büyük bir haritayı yırtıp ona veriyor ve diyor ki, sen bu yırtılmış haritayı olduğu gibi ne zaman restore kurtarabilir bilirsen, tüm isteklerini hemen yerine yetirəcəm. Aradan biraz geçmiş küçük bir çocuk babasının yanına gelir ki, baba, haritayı düzelttim. Ata katı şaşırır: “Yani bu yakında?”
O güzelim Cocuq samimiyetle cevap verir ki, baba, bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardır. İnsanı yaptığım zaman harita, o haritadaki dünya kendiliğinden düzeldi …
Giresunu seyir ettiğinden yönü beri daha çok o güzel ilimizin selam verip, eleyk aldığım insanların unutulmaz simaları canlanır. Yazılıp, yoğun imar yollar boyunca asılan “Rizem, Sen her şeyin güzeline layıksın” beyanını hafızama yazmaya da tembellik etmiyorum. Ardından “Gündoğdu hoş geldiniz” saygıyı salama gelir. Bu değerlerle yaşayan, ömür insanların kalbinin gül gibi olması qənaətimizdə yanılmırıq hiç.
Anadolu’nun kuzey doğusunda, yeşille mavinin buluştuğu Karadeniz’in güzellikler diyarı olan kentlerinden biridir Giresun. Şehir denize doğru uzanan yarımadanın üzerinde yer aldı.Yarımada’nın önünde Karadeniz’in tek adası olan Giresun Adası (Aretias) şehrin bir denizkızı gibi dayanmaqdadı.
Şehir hakkında ilk bilgiler M.Ö. 350 yıllara ait kaynaklarda yer alıyor. Ünlü Coğrafyacı alim Strabon “Farnakia” diye tespit ettiği şehrin bugünkü Giresun’un özülünde, temelinde durduğu məlumdu.Roma yöneticilerinden olan Arrien Farnagianın eski adının Giresus olduğunu kaydetmiş ve buranın Sinopulular tarafından qujrulduğunu yazmıştır.
Ne Roma, ne Bizans, ne de Rum Poktus İmparatorluğu dönəmlərinə ait bilgilerde Giresunla ilgili hiçbir bilgi yok.
Eski Anadolu tarihi araştırmalarında, şehir ve kasaba tarihlerinde dil incelemeleri sonucunda bu bölgede M.Ö. 2000’li yıllardan beri Türk varlığının mevcut olduğu sabittir.
M.Ö. yedinci yüzyılda İskitlerin Karadeniz’e göç etmesi nedeniyle Oğuzlar da bu bölgeye yerleşmişlerdir. Oğuz boylarından Yazır, Döğer, Avşar, Karkın ve Xalacların, Ak Hun, Kuşan, Peçenek, Hazar, Hun ve Kıpçak Türklerinin de bölgede karar tutmaları bu dönəmlərə atfedilir.
“Çalışmasında GÜVƏNƏKLİ, ahdinde vefalı OL!”
Giresun-Ordu arasında, sol yüzdeki doğa güzellikleri içinde koskoca bir türbe var, Pir Aziz türbəsidi bu. Müsafirləri, ziyarete gelenleri mümin babanın uyuduğu makama kaldıran merdiven boyu duvar taşlarına ahi (Ahi) nasihatleri yazılmıştır. Lap önceden, ilkinden yazılandı: “İşinde güvənəkli, ahdinde de vefalı olmalısın!” Ardından gelir sonraki sırada oyulmuş yapılan nasihat: “Kuvvetli iken əfvedici, bağışlayan, muhtaç iken verenlerden ol!”
Otuza kadar seyyid, ulema adı-adresi yaşamaqdadı Giresun bölgesinde. Bunlardan 17-sinin türbesi Bell. Şehir valiliği bu insanların her birinin hatırasını əbədiləşdirməyə ısrarla. İnsan olanların, insan olarak yaşayıp faaliyet gösterenlerin hak bu. “Kapına açık olsun, süfrən açık olsun, gönlün açık olsun” – diye zəmanəyə eşlik etmiş, gelecek yüzyıllarda yaşamak sevabı kazanmış insanların kaderi şöyledi. “Memleket isterim – kuşların diyarı olsun, olursa bir şikayet ölümden olsun” – diye Gest etmiş insanların sonu akıbeti budu. Ruhları şad olsun.
“Kutsal davalarda ölüm bile güzel”
Çevresinde önemli demir ve gümüş yatakları olan Giresun Romalılar tam bir hakimiyet kurabilmek bulamamışlardı. Rivayet edilir ki, onların döneminde ilimizde para kesilmiş, Romalı komutan Lucullus burada gördüğü yabani kiraz (kiraz) ağaçlarının fidanlarını kendi vatanına göndermiştir. Bu bilgi Kirazın dünyaya Giresun yazılması inancının temelinde durur.
Romalılar yenilmiş, gitmiş …
Ardından Bizans basqıları bölgeye ayak açmıştı.
Bu dönemde Bizans İmparatorları ülkeleri içine aldıkları ve daha başka soydan olan insanları asimile uğratmağa çalışmışlardır. Hıristiyan Bulgar Türklerinin bölgeye getirilmesi de o dönemlerde yapılmıştır.
Sadece 705 yılında Müslüman Arap orduları bölgeye gelip İslam’ı yaymaya başlamışlardır.
1244 de Moğolların hakimiyeti altına dahil edilmiş Trabzon Türklerin bir eyaleti olarak tanınmaya başladı ve Trabzon’a bağlı olan Giresun, onun çevresi de Moğol hakimiyetine bağlandı.
Oğuzların Üçox koluna mensup boylardan biri olan Çepniler bu dönemden başlayarak Ordu, Giresun ve Trabzon vilayetleri sınırlarına yerleşmeye başladılar.
Çepni Türkmenlerinden olan Bayram Bey Ordu ve çevresini kontrol altına aldı. Onun oğlu Hacı Emir Bey döneminde bu bölgeye “Bayramlı beyliği” denmeye başlamıştır. O da sistemli şekilde Trabzon Rum İmparatorluğu’nu sıkıştırmaya devam etmiş, daha sonra oğlu Emir Süleyman Bey 1397 yılında Giresunu fethetmiştir.
Bu zamandan itibaren Giresun ve çevresinin fethi bölgede türkləşməni tam anlamıyla gerçekleştiremediği bilmiştir.
Zaman geçti … Bölgede zayıflamalar başladı. Sivas Hükümdarı Kadı Burhaneddin’in hakimiyeti Giresun vilayetine de sahip çıktı.
Yanlış da bir nakış
Bazı tarihçiler Giresun’un türkləşməsini yanlış olarak Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’u feth etmesiyle kapatmak kalkışmışlardır. Bu, olsa olsa Giresun’un Osmanlı devletine katılması tarihi adlandırılabilir ve daha adil olur. Biraz önce de belirttiğimiz gibi, Giresun’un Türkleşmesi ise 1394 yılında Bayramlı Çepni Türkmen beyi Emir Süleyman Bey’in Giresunu feth etmesiyle Kapandı.
Bunları yaza yaza bu tarihlerden daha eski, özellikle de kesin gerçekleri kendisinde yaşatan anlar yüzilliklərin o başından boy gösterip kendisini nişan verir. Öyle ki, Giresun’un batı yakasındaki Çıtlaqqala mahallesinin adının Daşorman ve Selanik civarından gelerek buraya yerleşmiş olan Türk topluluğunun Çıtaklardan geldiği bir faktdı. Bölgede konuşulan lehçenin ve kültür örneklerinin Çitak ve Gagauz (Qağavuz) türklərininki ile benzer olması tənzibolunmazdı.
Gələnəkdən görənəyə …
Giresunnda her yıl Mart ayının 14-de ilbaşı tutuluyor. Herkes sabah erkenden kalkıp-uyanıyor, denizden veya akar sudan su alarak geriye dönüyor, kapı ağzından sağ ayakla eve geçiyor. Bu su evin dört bir yanına serpilir. Tıpkı bahçedeki hayvanların, hayvan üstüne de … Birden qədəmi başarısız olur diye o gün kimse evine yolcu kabul etmiyor. Ancak ayağı xeyirliyə denenmiş birisi varsa o eve çağrılır. Gelen kişi sağ ayağını içeri atarak “yeni yılınız hayırlı olsun” – diyor. Haşhaş pişirilir, içine bezelye atılır, bezelye kimin payında çıkarsa, o yıl ilk ekine o kişi başlar. Martin 14-15’i, Nisanın 16-sı, genelinde havaların durumuna göre o ayların nasıl geçeceğini belli ederler.
Mayın 6’sı da aziz tutuyorlar. Bugün Hızır ve İlyas Aleyhisselam’ın bir araya geldiği ve artık kışın bitip, güzel günlerin geldiği bir gül ağacının dibine yüzüklerini gömerler. Sabaha yakın şarkı okuyabilir-okuyabilir onları çıkarırlar. Söylenen şarkının anlamına göre kendi kaderlerini yozarlar.
7 Mayıs’ta ise “Aksu şenlikleri” başlar. 1992 yılından itibaren bu Tören “uluslararası Karadeniz Aksu Festivali” olarak kabul edildi.
Bu günlerde insanlar Giresun’un doğusunda bulunan Aksu deresinin deniz ile birleştiği yerde toplaşarlar. Özellikle hastalar, engelliler, dertliler, sonsuz aileler, dilenciler Aksu deresinin kenarına gelerek dilek eder, yedi çift, bir tek taşı suya atarlar.
Giresun Sacayaqdan olmayanlara töreni soyun sürdürülmesi, sürekli olması fikrine dayanır.
Tüm kötülüklerden kurtulmak gələnəyi Dere taşlama töreninde ifade edilir.
Bir ayın adanın etrafına dolanmak adətilə Kapandı. Tören Hamza taşının yanından başlayıp, orada da biter. Açması-soyun sürdürülmesi, belaların denize atılması, döllenme sezonunun başlaması ve toprağın bərəkətlənməsidi.
A yordu, yordu, yordu …
Bakalım, kim gibi yordu? Türk yurtlarının eski oyunlarının bir adı şöyledi.
Yarışma geçirilirse, hiç şüphesiz, Giresunlular en yüksek ödüle layık olurlar.
Burası iklim cəhətcə şart. Burada insanlar denizle beraber, iç içe yaşamaya alışmış, sırtını dağlara dayamış ve bahçe işinde fındığa özel önem vermişlerdir. Bu yaşam tarzı örf ve adetlerine şartlandırmış, yani bu tarafın insanları ne çok sert, ne de çok yumuşak figürlere yer vermemişler. Böyle yaşam tarzı onların oyunlarında da kendini göstermektedir. Oyunlar özellikle hareket ve çeviklik ifade etmekle beraber, ortak oyunda erkeğin kadına karşı olan sayğısını da belirtiyor. Erkekler kendi hareketlerini kadınların oyun tarzına uyarlar, saygı gösterirler.
Erkekler bölgenin ünlü çalgı olan keman veya davul zurna ile, kadınlar ise def, davul, ud, zurna ve bağlam müşâhedesiyle oynarlar.
Genellikle, Giresun bölgesi zengin müzik kültürüne sahip bir ərazidi. Osmanlı zamanında buraya daha çok dinlenme bölgesi olarak tanındı. Dolayısıyla tiyatro ve müzik sanatı burada daha çok gelişmiştir. Özellikle Lazutlar, Sokanbaşı, meyxane gibi türküler Giresun halkı tarafından çok sevilen türkülərdi.
Giresun’un var “Karşılamalar” oyunu, var tüfekli Çandır karşılaması … Böyle düyünlərdə “Üye gitme” olayı var … hedeften yaygın ateşler açılır, mauzer ve av tüfekleri ayağa çekilir.
“Kıble böyle OLDUĞU İÇİN”
Tonga Alay komutasında bayramlaşma yapılarkən alay komutanı Albay İbrahim Tülü Giresun valisine mutlak tutuyor ki, “Kaba inşaatı henüz yapılan came Neçün yola paralel değil, tersine inşa edildi?”
Vali bir kumandaya bakıyor, bir cameyə, bir de iç dünyasının gerçeğine. Diyor ki:
– “Əfənədim, baxmadınmı, kıble böyle olduğu için bina da eğri yapılıb …”
Inşirahla neredeyse tüm dönemlerde Giresun Valisi olmuş insanların her biri devlet kapısı olan makam odasının kapısını herkes için açık koyabilir bilmişti. Ayrıca şehir belediyesinin başkanları.Bu kişilerden birinin anısını okudum: “Herkesi dinledim ve özür için gerekli fırsatı bekledim.Aynı davranışı məmurlarıma da göstərədim. Sınırlı olduğum günler məmurlarımın vatandaşların kalbini qırmayım diye eve gidip dinlenmeye çekildim – vətəndaşlarımı ve məmurlarımı üzməməli idim. Alıp Mevlananı, asil Fazıl Kısakürəyi, Aşık Veysəli, Yunus Emre’yi, Akif Ərsoyu yeniden okudum, kendimi toparladım “.
Çok büyük örnəkdi, herkesin bilmesi ve hayatına tatbik etmeyi önemli olan bir iş üsuludu …
Meni mende görebilen bir ablam var
Aynı çalışma yöntemi, aynı yönetim geleneğinin değerli daşıyıcısıdı kalbimin bir parçası, Giresun Üniversitesi Rektörü, Dr. Profesör Aygün Attar!
Ulular ulusu, Xəlvətilik düşüncesinin öncülerinden olan Seyyid Yahya Eş-Şirvani El Bakuvinin “sufiliğin sırları” (“Safa el Esrar”) kitabında tespit edilir ki, Cenâb-ı Hakk’ın fazl ve kəramətindən imanlı insanlar, hayat suyuna girip gusül yapanlar, sonuçta Adem boylu, Yusuf cemâlli, İsa nefesli, Muhammed Resulillah huylu olup çıkarlar.
Burada cinsten yok, insan anlayışından söz ediyoruz: ister kadın olsun, ister erkek, önemli olan, faaliyet yolun seni kutsal huylu şahsiyetlerin ışığı boyunca götürebilir belki.
Şeyh Cüneyd’in (ra) dediklərindəndi: “Marifet, meydana tabi olan bilimdir. Amel ise peygamberin sünnetine uygun olandır “. Doğru tasarruf ki, marifet kalp hayatının bilim ile eşit olmasıdır.
Her defasında Aygün hanımın aydınlık, munis çehresini göz önüne getirirken bu unutulmaz sözlerinde anlam aydınlıqları benimle beraber olur. O anlam aydınlığının havasınaca Aygün hanımla şu əhvallaşıram, ortak tören sahnelerini paylaşmak, önlemlere qatılırıq, onun hoş aurası ovqatımı tazeler, manevi dincliyimə yol açıyor, her şeyin iyi olacağına umudumu artırıyor.Bakuvanin tefsirinde de denir ki, umut içinde olanlar rahat olurlar. Ömrümün ayrı yıllarında 5 kez Giresun şehrinde oldum. Her ziyaretim öncesi o güzel mekanı, doğa özelliklerini, efsanevi, kutsal dünyayı yeniden görəcəyimin mutluluğunu an-an yeniden yaşadım. Tüm bu değerli təəssüratların iç dünyasında ilahi, özel özelliğe sahip bir hücre de oluyor ki, o hücrenin adı Aygün Attarın Aziz adıyla, varlığıyla ilgilidir. Aynı annenin iki kız yavrusu gibi bilmişəm Aygün hanımla kendimi. Sanki, aynı annenin çocukları olarak bir döşdən süt emmiş. Bu bizdenliğin bir tarafı Ağdam toprağının əzəlliyi ve əzizliyindən kaynaklanmaktadır. Aygün hanım bizim unutulmaz Ağdam kentinde doğdu. Bu yıl Şuşa’nın işgal gününü Giresun Üniversitesi’nde Aygün hanımla beraber kayıt edince de bu düşünceler benim yaddaşımı uyarıp ötelerle geçirdi.Giresun dördüncü ziyaretim oldu. Öncelikle kadın özgürlüğüne adanmış uluslararası konferansta bir araya geldik, sonra Üniversite öğrencileri ile görüşlerim oldu, Şuşa işgal gününü beraber antik, Azerbaycan gerçeklerini dile getirdik. Benimle beraber önleme katılan tanınmış şairlərimizdən Gülayə ve Sərvaz Hüseynoğlu milli faciələrimizdən bahseden şiirlerini okudular.Sonra öğrencilerin el işlerinden oluşan fuara baktık.
Üç-dört ay sonra Aygün hanım yönettiği üniversitenin bir grup öğretmen ile birlikte Bakü’de misafirimiz oldu. Atatürk Merkezi’nde, Avrasya Üniversitesi’nde ilginç görüşler oldu, Giresun anıları yeniden dile geldi, Aygün hanım yine de en içten, kırılgan duygularını bizimle paylaştı, duygulandı ve gizli gözyaşları daha çok benim kalbimden geçti.
Hak Teâlâ’nın ilham, insanlık nuru ile batılı münevver olan, ictihad makamına ulaşan insanlardandı Aygün hanım. Bu özellik Bakuvinin risalelerinde de yeterince takdir edilir.
PS : Bu arada, Giresun beşinci yolculuğum sırasında yerli Tovuz ilçesinde bir ara ayak saklayıp öğretmen ve öğrencilerle görüşmeler geçirmiş, aynı zamanda değerli araştırmacı Mehmet Rihtiminda yayına hazırladığı “Sufilerin sırları” kitabının kopyalarını hediye etmiştim. Böyle töreni Tiflis’te faaliyet gösteren Azerbaycan kültür merkezinin organizasyonu ile de gerçəkləşdirdik. Giresun sürdürülen etkinliklere de bu konuda ayrıntılı sohbetler ettim, Bakuvinin söz anıtını öğrenci ve öğretmenlere getirmekten memnuniyet duydum. Aynı zamanda “Ganire Paşayeva ile Türk dünyasını adım adım”, “O”, “Benden sonra” adlı yeni ışık yüzü görmüş kitaplarımı kalbimin bir parçası olarak sundum. Orada eğitim gören öğrencilerin bakışlarından duyduğum sıcağı, doğmalığı hiç unutmadım.
BU DA BİR Ahi SÖZÜDÜ:
“Ayağımız altında yok, başımız üstünde görüp gidiyoruz …”
Pir Aziz Ağa’nın türbesine götüren yol üste yazılmış nəsihətlərdəndi.
Aynı düşünce, ahlak özelliği ile gezip dolaştık Giresunu. Daha çok başımız üstünde ziyaret ettik her ayak toprağını, bilim, eğitim, kültür ocaklarını.
GİRESUN DAĞLARI BURCU-BÜRCÜDÜ …
Kuzeyinden güneyine giden yolda boyu biraz kendi içine çekilir Giresun dağlarının.
Bu yerlerden ovalar gönül hoşluğu gibi açılır yüzüne. 1750-2200 metre yükseklikteki bu ovalara düz denilebilir mi hiç? Daha çok yücelik yakışıyor – geniş yücelikler. Her qədəmini yaylalar izler.Giresun ovaları üzerindeki bu yolların başlıcalarını nem-nişan veriyorum; yolunuz düştüğünde bu satırların müəllifini yada salasınız, ara sıra benim baxışlarımla süzüp keçəsiniz diye: Bu, Kümbetdi. Adı da kendisini içerir; sanki, kudretinden yapılıb … Bu, Qulaqqayadı, bu Behtaş, Tamdərənin, Qaragölün, Əyribelin, Kazıkbelin, Çakrakın kendi hüsn-cemali var, henüz Paşaqonağını, Qaraovacığını, Sisdağı acaba. Espiye kazasının (ilçesinin) düzenlemiş olduğu yayla şenlikleri, obaları bu semtte.
Yemyeşil ağaçlarla çevrələnmiş dağlar, vadiler ve sert kayalar Giresun vilayetini öyle süsləyib ki, bilmiyorsun, hangisini koyup hangisine göz yetirəsən. Sanki, minilliklərin özlemini taşıyan eski Qayim insanların abidələşmiş resimleri, suretler. Áîéëàíûá Doğu Karadeniz yakası gelip giden müsafirləri karşılıyor, kimliklərindən haber tutmak istiyorlar.
Güneyindən Kelküt nehri vadisini çevrələyir Giresun dağları. Merkezden 50-60 km içeride, merkeze paralel olarak yükselen bu dağların ortalama yüksekliği 2000 metredir.
Sanki, kendiniz yolcu olubsunuz, gezip dolaşıbsınız adım adım, adım-adım; Giresun dağlarının en önemli yüksəkliklərini sıralıyorum: bu, Abdal Musa Tepes ki, yüksekliği 3331 metredir, lap son santimetrinə kadar şöyledi.
Sonra gelir ondan toplam-cümlətanı 31 metre küçük olan Akıl Baba … Canqurtaran tepenin talihini 3278 metrelik yükseklik düştü. Gavur Dağı’nın ise 3067 metre yüceliği var.
Karagöl dağları üzerindeki Qaradaş tepesini size göstereyim mi? Öyleyse, gerek 3107 metre yüksekliğe kalkmaya dizinizin takati olabilir. Qırxqızlar tepesi de öylece … Vur-tut 67 metre fark ayırır onları (PS,: yer-yurt adlarının bizdenliğin, paralelliyinə fikir verin; bizde Qırxqız çeşmesi var, kardeş elde Qırxqız dağı, bizde Siyah göller var, kardeş beldede Karagöl dağları, bizde Karadağ var , dost ülkede Qaradaş dağı, bizde Gavur arkı var, Giresun Gavur Dağı; “Siyah dağ, ala dağ, di seç, di ayır …”)
Yaptığım duygulardan beni Şehitler (2350 m.), Əyribel (2200 m.) Geçişler, Qurdbeli pozisyonu denilen, aynı zamanda ayrı ayrı kazaları bir araya getiren yaylaların doğal güzelliklerinin manzarası ayırır.
Şebinkarahisar, Alugra ve güce kazalarını içine alan ve daha az inişli çıkışlı olan guney kesiminde yaklaşık yüksekliklerin yüksekliği bin-bin beş yüz metrelerce ölçülməkdədi. Bu araziler Kelküt vadisine can atıyormuş gibi eğilip getməkdədi.
SİZE nereden DEYİM, nereden anlatayım?
Başlayayım Giresun vilayetine bağlı güce kazasından; 55 km merkeze, 14 km de sahile doğru 4 mahalleden oluşan bir coğrafi vahiddi. Doğa güzelliklerini duymak için ne az, ne çok 340 metrelik bir mesafeyi dolaşıp dolaşmağın yeter. 15 köyü çevrələyir. Sadece Ağacbaşı yaylasını gezip dolaşmağın yeter ki, gönlün yenilenebilir, ruhun oyana. Bu güzellikler koynundan gözəlimiz dünyaya áîéëàíûá baktıkça inanıyorsun ki, “eninde sonunda dünya Türk’ün dünyası olacak”, inanıyorsun ki:
İlgar, iman nehirlerinin
Suyu daima gür gelecek,
Allah aşkı gönüllere
Çoşkun akıp, gür gelecek,
Kar kulaklar açılacak,
Kör gözlere nur gelecek
Onun yüzü suyu hürmetine.
O-na, manevi paklığa, munisliyə götüren yolun kendisi kadar sirayətedici, cəlbedicidi Gücenin doğa güzellikleri. işte bu yerlerden áîéëàíûá bakınca yüzde-yüz inanıyorsun ki, gerçekten de, dünyayı güzellik kurtaracak. O nedenle ki, güzel olana kıymak insaf olmuyor. Güzel olana qıyanı hiç Allah da bağışlamaz. Bu yerlerin gönül rahatlayıp, göz alıcı doğa güzellikleri zaman zaman Türk topraklarını her türlü niyetle, baskı ve təcavüzlərdən koruyabilen, şehitlik zirvesine kavuşan Mehmetçiklerin hatırası önüne konulan çiçek seti gibi değerli, ətirlidi. Behiştlik Rıza Tevfik’in mısraları birer birer geçiyor hafızamdan:
Eğilime un eğilime basıyor cismimi en
Hayyam’ın mey konuşan kabrindən.
Yattığın toprağın üste yol alan
Sarhoş olsun o meyin ətrindən …
Ünlü şairimiz, özgürlük mücahidi Halil Rıza Ulutürk’ün çevirməsində Ömer Hayyam’a aklımda kalan mısraların əhvalınca Cosqun bu eşsiz doğa güzellikleri karşısında:
Gökçe, dənizlərcə tüm dolqunam,
Sığmıyor içərimə bu coşqunluğum.
Ihtiyar halimde mest ettin beni,
Kışın ortasında yaz buluduyum.
Türk boylarının Anadolu’da yerleştiği ilk çağlarda Gücenin özel önemi olup. Burası tam bir tarih abidesi, müzesi gibidir; Osmanlı-Rus savaşının yaşandığı son anlarda kurulan istehkamlar var ki, bugünün kendisinde bile nasıl varsa, ayrıca qalmaqdadı. H.Hamid Paşa komutasındaki Karadeniz gönüllü desant demetinin qəhrəmanlıqlarının kanıtı olarak durup-durmaktalar tarih sayfalarında.
Gücedə taş döşemeli ipek yollar da var, pınar da var, değirmen, kilise kalıntıları da … Tarihin bir gözəlliyidi Şaban Kalesi.
Gelesen, Kılıç kaya bülövlənib gedəsən. Kurt resminin koskocalığından nereden gelip, nereye getməyimizin yönünü sora. Puslu çağlayan, İnoyraq çağlayan önünde sükût dala, sora “nasılsın, Danacı Kaya, nasılsın, Akılbaba tepesi, Ağacbaşı yaylası, işler nasıl? Bu yılın fıstığı bol olacak, bu yılın gilası ne renk olacak? “” Şantiye “böyürtkəni bol verecek?
Henüz bir Boz kale, Şaban Kalesi, Gelevera deresi, Pehlivan tepesi … Balık ovlayasan Geleverada ve piknik yapa ya deyənəcən …
Burada demircilik sanatı ata yadigârdır. Henüz bir çocuq bul sepet yapmasın. Tebekli beşiği katmanla qoxuyar. Şöyledi Gücenin özellikleri …
O BAŞI, BU BAŞI OLMAZ Kİ, elin!
Sadece, farklı, özel gelenekleri olur. Örneğin, bizim Şeki şehrinde konuk olasın, Şeki halvasının tadından tatmamış gedəsən, bu, benzer, çiçek denizinde boğulasan, ancak qoxulamamış olasın, puan küpünə giresin, tatmamış uyuyasan.
Kelbecer Motala peynirini dürer tutmadın – daha ne lezzeti buz kaynakları? Gerek ordubad gelebilir kayısının, gelebilir Şamahı’dan filiz puanın da …
Ayrıca fındık Vatan Giresun ili … Müsafirlərinin payı hiç eksik olmaz; bir de yeşil çayı, gilası boldu. Burda mısırdır “mısır” derler. Kivi dilimizde seslenir tıpkı. Yesen qarayemiş, elma, dut güzel, dadsan Mayıs çilegi (çileği), kol çilegi doyumsuz olur.
Giresun baştanbaşa arıcılık, hayvancılık mesken; ister büyükbaş, ister kiçikbuynuzlu olsun … Gök ormanlar, gök yamaçlar can besler-besler.
Roma döneminde bile Karadeniz’in oldukça önemli bir şehri olan Giresun bir yeşillik adası, yeşillik ormanı gibidir. Nasıl derler, buraya meskenidir güzelliklerin.
Giresun’un ve çevresinin zamanın bir çağında Koyulhisar – büyük liman – Vaktıkebir arası vilayet merkezi olduğu zamanlar oldu. Bu tarih 1500’lü yıllardan geliyor.
Beylikler döneminden sonra (1461) Osmanlı imparatorluğunu Trabzon vilayetine kapatmakta olan Giresun 1920 yılında Ordu, Tirebolu ve Görele kazaları ile birleştirilerek Giresun Sancağı haline getirilmiştir. 1923 yılında vilayet statüsü kazanmıştır.
Doğankənd Hidroelektrik Merkezi, Fındık Çalışma Tesisleri ve SEKA Aksu Kağıt Fabrikası, Şebinkarahisar Devlet Hastanesi, Fındık Satış Kooperatifleri Birliği bu vilayet genelinde faaliyet gösteriyor.
Hitit döneminin tarihi anıları Giresun’un eskiden eski sanat abidelerinin, aksi sokak ve dalanlarının fiziksel varlığından geçiyor.
Giresun insanlarını tarihe itinalı gördüm …
Giresunluları devlete, dövlətçiliyə güvenilir, vefalı gördüm.
Dine, inanca sonsuz sevginin doğal kaynağı gibidir bu yurt.
Bir doğu başla ki, el ele versin, sesine ses versin burda her erkek.
Yol sor – önüne düşecek herkes.
Üye ol – evleri kendi evin gibi.
Böyle gördüm, hafızama şöyle aktardım, göğsüme böyle sıxdım Giresun insanlarını.
BİR DE O GÜN ELE DÜŞƏ …
Bir daha dönüp de hatırlıyorum …
Giresun her gelişimin kendi özel hafıza payı, unutulmaz anları var.
Öyle tek Amazon otelinin rahat bir odasında geçen anlarımın unudulmazlığını yazsam, bir kitap kapanır. Tam sessizlik içerisinde pencereden karşı bakan Karadeniz’in enginliklerine göz dikip, hayalimden geçenleri kalemin ucuna getirmeye bir ömür yetmez.
Öyle tek Giresun Üniversitesi geniş toplantı salonunda öğretmen ve öğrenci heyeti önünde yaptığım çıkışların iç dünyasına yeniden dönmek bir ömür yaşamak gibidir şimdi. O makamlar Türk dünyasının büyük fikir, maneviyat adamlarının manevi dünyasına adapte edilmesi nokta; Mevlanədən, Şems Təbrizidən, Yunus Emre’den, Mehmet Akif Ersoy, Bakuvidən hafızada kalanlara dayanabilir-dayanabilir, onlara referans düşerek tarihe dönmek, zamana dönmek, bu aurada kendi düşüncelerini, görüşlerini seni duyan, anlayan insanlar önünde sergilemek, kendini bu güzelim insanlara, o güzel insanları kendisine aktarmak ne hoştur, unutulmaz.
Vali ile görüştüm – kardeşim bilip. Biraz geri hakkında söz açtığım kitapları hediye ettim.Elbette ki, sembolik kılıç hədiyyəmlə bir arada. Giresun’un bizim Şeki şehri ile kardeş şehir olması reallığının hoş anılarından söz açtık. Dağlık Karabağ, genelde, Azerbaycan gerçekleri ile ilgili fikirlerimizi bölüşdük; aynı kalp ağrısı, milli üzüntü hissi geçirebilir-geçirebilir. Tarihi düşmanlarımızın aynı kökten gelmesi gerçekliği söhbətlərimizin konusu oldu. Bu sohbetleri Giresun ilk gelişim sırasında da etmiştik; Avrasya günlerindeki söhbtələrimizdən geçmişti bu konu, kadın özgürlüğü sorunlarına ilişkin konfransarası söhbətlərimizin konusu gelip bu konuya çıkıyordu. “Aynı kapıyı çalar aynı talihli insanlar” gerçeği bu konuların yolunu hep açık ediyor benzer talihli insanların, toplumların yüzüne.
Belediye Başkanı ile olan görüşlərimin ana konusu da yukarıda dediğim sohbetler oldu. Tabii ki, hediye konusunda da ayrımcılığa yol vermedim; yine de kitaplar, sembolik kılıç … Bu gelenek eski Türk tefekkürünü gelir – kitap milletin basiret gözünü açan anahtar sembolü gibidir, kılıç ise özgürlük yolunu açar, düşman çəpəri olur. Qoşa abidədi kılıç ve kalem … Kitaptan, kılıçtan gelir Türk kavmi …
HALA O UNUTULMAZ KONSER PROGRAMI …
Giresun Üniversitesi öğretmen-öğrenci heyetinin sürekli alkışları hala gitmeyip kulaklarımda.
Türk müzik ve söz sanatının bir araya geldiği muhteşem anlar yaşandı o gece. Önce Azerbaycan milli dans havasını ifa etti genç öğrenci kız. Sanki, göz önünde oynayan, dartınan-biriken o öğrenci kız değildi, tarihin özüydü, Azerbaycan-Türkiye can birliğinin ruh doğmalığı idi; serap gibi canlanmışdı, sahne boyunca göz önünde durmuş.
Sonra şiirler okundu. Azerbaycan’ın tanınmış şairleri Sərvaz Hüseynoğlunun, Gülayənin vatan hakkında okudukları şiirler gönülleri çekti, götürdü. Azerbaycan sanatçıları Elza Seyidcahanın, İlham Əsgəroğlunun ifa ettikleri şərqilərin soluğu salonu titretti, salonu oynattı; hele de ki, “Çırpınırdı Karadeniz”, hele de ki, “Can Türkiye, can Azerbaycan” nidaları.
İlahəyə dedim ki, bu konuların gidişini ayrıca kayıt edersin.
Füruzəyə dedim ki, an an çekersin gördüklerini.
Tek sanatçılar değildi ki, okuyan, oynayan; tüm salon bir araya gelmişti, tüm salon okuyordu.Tüm Türk dünyası adeta bir baba ocağının başına toplanmıştı. Sanki tüm Türk insanları bir ağızdan okuyordu, bayraklar ellerde dans ediyordu, eller kavuşmuştu “kardeşiz” diye, “Yallı” gidiliyordu omuz-omuza.
Daha çok değerli ablam, Dr. Prof. Aygün hanım okuyordu, daha çok on kalbi atlanmış, sevinç gördüm. Bu sevinç içinde dolan gözünün, yumuşayan kalbinin sesini duydum.
Henüz veda anı, son konaklama … Aygün hanımın değerli ömür-gün arkadaşı, meslektaşı her qədəmdə yanımızda oldu. Üniversitenin hanım efendisi olan bir öğretmenin doğum gününü bir arada not ettik, sevinç sevince kavuştu. Yine de tarihe, tarihi kardeşlik konularına döndük, döndük.
Karşıda ise bizi Bolu ziyareti bekliyordu; geleneksel Köroğlu günlerine davetli idik.
Şərtləşdik ki, dönüşümüz sırasında yeniden görüşelim, bir arada olalım. Umutla ayrıldık:
Ümit ne iyi, umutla sönen
Aşk döner, sevgi döner.