Enver Paşa ve Kolağası Resneli Niyazi Bey, 400 asker ve sivilden oluşan bir çete ile dağa çıktı. Temmuz 1908 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişah II. Abdülhamid yönetimi sona erdi, İkinci meşrutiyet ilân edildi. Kanun-ı Esasi yeniden yürürlüğe girdi.
Bu bir ittihat Teraki, Jöntürkler devrimiydi.
Bu dönemin en önemli kararı basın ve ifade özgürlüğü’nün kısmen de olsa sağlanması,sansür yasasınn kaldırılmasıydı.
116 yıl önce bugün istibdat kaldırıldı, basına kısmen de olsa özgürlük geldi ama şimdi istibtad tekrar geri geldi. 1908’den bu yana geçen sürede zaman zaman, ama her zaman basını zapturapt altına almaya çalışan siyasal iktidarlar, cuntalar oldu ama en kötü günleri bugünler de yaşıyoruz.
Medyanın %83’ü iktidarın kontrolünde, ihale mafyasının ve yandaşlarının elinde. Az sayıda kamu adına görev yapan medya kaldı. Türk basını düşünme, fikir üretme, haber yapma ve bunları yayma ve halk içinde kanaat oluşturma, davranma özgürlüklerinden yoksun. Türkiye’nin karnesi kötü, sicili bozuk, tablo çok kötü, sayılar acı verici ve kara… Gazeteciliğin doğasında varolan eleştirisel mantık, yorumlama, muhalif duruş gibi özellikler ortadan kaldırılıyor. Gazetecilerden başka bir kimlik ve kişiliğe bürünmeleri isteniyor. Direnenler ise; açlığa, yokluk ve yoksulluğa mahkûm ediliyorlar. Muhalif basın cezai müeddilerle susturuluyor, gerçek gazeteciler mesleklerini yapmakan yoksunlar, siyallaşmış hukuk gazeteciler için cendere gibi kullanılıyor.
Gerçeklerin üstünü kapatanlar, kötü ve kötülükleri doğal gibi gösterenler hep övenler el üstünde tutuluyor.
Türkiye gazeteciler için yarı açık cezaevi gibi…
Uluslar arası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, Türkiye’yi Dünya Basın Özgürlüğü Sıralaması’nda 180 ülke içerisinde 150. Sıralarda göstermeye devam ediyor.
Basın özgürlüğü gazeteciler için sadece yazma özgürlüğü hakkı olmaktan çıktı. Yaşama hakkına dönüştü.
Gazetelerin askerlerden onay alınmadan basılmadığı 12 Eylül günlerinden bile daha beter olduk.
Bu bilinçli bir eylemdir. Kendi oligarşik cuntasını kurmak isteyen siyasal iktidarlar gibi bu iktidar da önce basın özgürlüğünü saldırdı, özgürlüğün nerede başlayıp bittiğine kendi karar verdi. Böylece çok kolay oldu; demokrasinin hukuk, adalet, insan hak ve özgürlükleri gibi diğer kavramlarını yok edebilmek.
Basın özgürlüğü olmadan demokrasi de olmaz. Bu kanıtlandı.
Her yasanın, yönetmeliğin, genelgenin içine mutlaka basın özgürlüğünü kısıtlayan, varlığını sürdürmesini sağlayan ekonomik yaptırımlar koymak, Ak Parti iktidarının kültürü haline haline geldi. Özellikle Anadolu basının boğazı sıkıldıkça sıkılıyor. İktidarın tamemen kontrol edemediği yerel basın bu yaptırımlarla yok ediliyor. Son vuruş tasarruf genelgesi kapsamına yerel basını da katmak oldu.
Yükselen enflasyon, yaşam pahalılığı ve Türk Lirası’nın yüksek değer kaybı nedeniyle zaten faaliyetlerini yürütmekte zorlanan yerel basının, 17 Mayıs’ta Resmî Gazete’de yayınlanan “Tasarruf Tedbirleri” konulu genelge kapsamında kamu gelirleri kısıtlandı. Söz konusu genelgede, kamu kurum ve kuruluşlarına günlük gazete alamayacağı, basın ve yayın organlarına ilan-reklam veremeyeceği belirtildi. Genelgenin ardından birçok ilde yerel gazeteler peşi sıra yayın yaşamına son vermeye başladı.
Amaç da buydu zaten. Amaç da hasıl oluyor. Yerel basınsız bir Türkiye Ak Parti’nin daha çok işine gelecek.
Basından tasarruf ediyorlar.
Tüm bu ve benzeri nedenler yüzünden bugüne Basın Bayramı demiyoruz, basına özgürlüğü için birlik, mücadele ve dayanışma günü daha çok uyuyor. Bütün meslektaşlarımı, özellikle Giresun’da yayınlarını sürdüren gazeteleri, kendilerine karşı açılan bu savaşa karşı mücadeleye çağırıyorum.
Hiç olmazsa şu son yönetmeliğe karşı olduğunuzu gösterin. Basın özgürlüğünüzden bir manşetinizi esirgemeyin. Tarihe karşı sorumluluk bunu gerektirir.
Basın özgürlüğünü hak eden, bunun için bedeller ödeyen, korkusuzca mücadele eden gazetecilerin ve özgür basın isteyenlerin 24 Temmuz’u kutlu olsun.
Kahrolsun İstibdat, yaşasın hürriyet..