Giresun’un tanınmış itibarlı tüccarlarından Kaptan Yorgi, Osmanlı döneminde önce meclis üyeliği, ardından da 19 yıl belediye başkanlığı yapmış bir şahsiyettir.
Şehrin imarlaşmasında (Zeytinlik Mahallesi), altyapısında (Saytaştan başlayan Gazi Caddesi’nin altındaki kanalizasyon sistemi), meydana açılan yollar, parklar, bahçeler, Arnavut kaldırımları, kiliseler, okullar yapılmasına, içme suyu getirilmesine önderlik etmiş, Kalenin ağaçlanmasını sağlamış, yolu açmış, güç, kısıtlı imkanlarla, çoğunu kendi parasıyla karşılayarak bu ve bunun gibi sayısız hizmet yapmıştır.
Hükümet binası (Giresun Üniversitesi Rektörlük binası),yanındaki millet bahçesi, kapısı onun eseridir.
En önemlisi, fındığın sanayisinin oluşmasına, mamule dönüşerek ithalat ürünleri arasında olmasını, Avrupa pazarlarına deniz yoluyla açılımını sağlayan da o ve aile bireyleridir.
Giresun’un Cumhuriyet döneminde köklenerek güçlenen köklü kültür ve sanat geçmişinde Yorgi’nin de katkısı vardır.
Kendisi bu dünyadan göçüp gitmiştir.
Oğlu Konstantin Konstantinidis, ekonomik gücüyle etnik ayrımcılık örgütleyen Rumları desteklemiş, Pontusçuluk faaliyetlerinin içinde olmuştur. O’nu da Osmanlı’ya ihanet edenler, vatan hainleri safına katıyorum.
Buna karşı yürütülen mücadele yılları, Osman Ağa ve Giresun Gönüllü Alaylarının oluşumu, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin ilanı ve daha sonraki yıllar…
Kaptan Yorgi’nin Metomorfoz kilisesi yanındaki Rusya’dan mimar getirerek yaptırdığı dönemin en özgün eserlerinden sayılan Çan Kulesi bu süreçte tahrip olmuş, yıkılmış yine parasını vererek yaptırdığı anıt mezarındaki kemikleriyle birlikte tüm bu eserler sahil yolunun inşaatları arasına karışmıştır.
Kemikleri özel bir sıvıyla korunarak aylar sonra İtalya’ya götürülerek gömülebilmiştir.
Bunları bilelim ve ona göre bir anlayış oluşturalım.
Bu yazdıklarım dramatik bir hikaye olduğu kadar bu şehrin geçmişinden bir kesittir, tarihsel gerçeğimizdir. Dolayısıyla bu tarihin içindeki eserleri tümüyle sahiplenmek ve insanlık mirası ve gelecek kuşaklara aktarılması gereken birer ürün, değer gibi görmek gerekir.
Nitekim bugüne kadar Kaptan Yorgi’nin başkanlık makamı koltuğuna oturan haleflerinin büyük çoğunluğu, kısmen de olsa böylesine zengin tarihi temsil ettiklerini unutmadılar, bilgi, görgü, kültürleriyle, tahammüllü ve hoşgörülü davrandılar.
Miletoslular’dan bugüne kadar korunan her türlü kültürel motifleri, bugüne kalanları da onlara borçluyuz.
Bugüne geldiğimizde…
Saat kulesini ‘Rum eseri’ diye nitelendiren, Kaptan Yorgi’nin Çan Kulesine benzeterek yıkan, bir başkanla karşılaştık. Bu şehrin binlerce sorunu varken, işe bu noktadan başlamak da ne oluyor?
Bugün benzeyeni yıkan, yarın aslını da yıkar. Kataolik, Ortodoks kiliseleri, kalenin surları, Zeytinlik Mahallesi, Adadaki manastır, gözetleme kulesi yıkılacaklar arasına girer.
Kimse tarihi kendi anlayışına göre yorumlayamaz, kimse tarihi hakimiyet elde ettiği, güç ve kudretli olduğu dönemden başlatamaz, önceyi yok sayamaz, geçmiş diye bir şey inkar edilemez, çünkü bir gerçektir.
Kimse ne kadar Türk olduğunu ispatlamak veya siyasi mesaj vermek için bu şehre zarar verici hamleler yapamaz.
Keşke başkan, dikildiği zaman da yazdığım gibi, o kuleyi; anlamsız, gereksiz, kent mimarisine, alanın dokusuna uymayan, sipariş verilerek, para harcanarak, bagalit, her hangi bir saat kulesi gibi görseydi, yerine ne yapmayı düşündüğünü, alanda ne gibi bir düzenleme yapacağını açıklayarak yıkımı yapsaydı.
Rum eseri diyerek aşağılama, ötekileştirme yapmasaydı ve tarihimizi inkar etmeseydi.
Sahi, herkes tepki gösteriyor da, dikenin sesi neden çıkmıyor, savunmuyor kulesini…Kule fotoğrafıyla ‘iyi akşamlar’ demek ne ola ki?
Bu konuda da mı konuşma yasakları var,kendilerinin?!..
Ne o, ne bu kule: Kibir kulelerini yıktığımız da esenliğe kavuşacağız.