DIŞAVURUMCU ALMAN SİNEMASI
İNCELEME:UFUK KEKÜL
Fransızca kökenli isme sahip sanat akımı Ekspresyonizm (Dışavurumculuk), sanatçının tasvir edilen sanat yapıtına, gerçeğe uygun olan öğelerle birlikte duyarlılığını ve iç dünyasını da taşımasıdır.
Akım isim olarak 1911 yılında Kurt Hiller tarafından ortaya atılmıştır. Pozitivizm ve Natüralizm ve Empresyonizm’e alternatiftir.
Geliştiren, ona felsefi anlam yükleyen fikir babaları ise; Friedrich Nietzsche, Wilhelm Worringer, Sigmund Freud, Albert Einsteindır.
Dışavurumcu akım önce resimde görülmüştür. Temsilcisi Picasso'dur, daha sonra heykel, mimari, edebiyat, tiyatro ve müziğe ve sinemaya yansımıştır.
Ekspresyonizmin benimsenmesinde, 1900’lü yıllardan sonra şimdiki Avrupa’da yaşanan, istikrarsız siyasi ortam, toplumsal zorlamalar, bunalımlar, kargaşa, bozulan insan ilişkileri, kriz ve baskı rejimlerinin etkisi vardır. Bu süreçte halk ve aydın kesim bastırılmış, sindirilmiş duygu ve düşüncelerinin karşılığını dışavurumcu (Ekspresyonist) sanatta bulmuştur.
Toplumsal talepleri dikkate alan sanatçının başkaldırısının meyvesidir dışavurumculuk.
Sinemada dışavurumcu akım, I. Dünya Savaşı sonrasının yorgun ve yıkık Avrupa’sının, yenik Almanya’sında, yaraların sarılmaya çalıştığı dönemde ortaya çıkmıştır. Bunun temelinde de Germen ülkelerinde yukarıda saydığımız nedenlerin, kaotik bir ortamın, sanayileşmeyle birlikte başlayan göç ve diğer sorunların çok daha fazlasıyla olmasıdır.
Savaş sırasında Alman Ordusu'nda cepheye moral değerlerini yükseltecek propaganda yapmakla görevli "Agitation" kadrosu vardı. Bu kadro 4 bini aşkın ışıkçı, aktör, yönetmen, dekorcu, kameramandan oluşuyordu.
Yani bir alt yapı vardı.
Dışa vurumcu akımı bir politika olarak benimseyen ve sinemayı araç olarak belirleyen iktidar da bu yapıdan yararlandı.
UFA STÜDYOLARI
Ancak ekonomik zorluklar yüzünden Alman sinemacılarının Hollywood`un gösterişli ve pahalı yapımlarıyla yarışmaları çok zordu. Ama Almanlar, Fransızların çelik, demir, kömür işletmelerini ellerine geçirmişler, endüstride gelişmeye başlamışlardı. Burada gelişen Alman sermayesi bankalar üzerinden sinemaya ekonomik katkı sundular. Devlet bankası Deuche Bank’ın desteğiyle 1917 yılında Berlin’de fantastik şehri andıran UFA Stüdyoları kuruldu. Devletin ve sermayenin himayesindeki sinema bu stüdyolarda endüstri haline dönüşerek güçlendi.
Devletin sinemaya ilgisinin nedenlerinden birisi de, Fransız ve İtalyan sinemalarında Almanları cani olarak gösteren karakterlerdi. Alman ruhunu, kahramanlığını yüceltecek ve Alman ulusunun özelliklerini anlatarak imaj düzeltmek için de sinemaya ihtiyaç vardı.
Dışavurumcu sinema Weimar Cumhuriyeti döneminde (1919-33) altın çağını yaşadı.
2. Dünya Savaşı’na kadar Avrupa’nın en büyük film stüdyosu olan UFA ile sinemada yepyeni bir sayfa açıldı. Bu stüdyolarda dekorun, makyajın, kostümün ve tüm teknik detayların en kusursuz hali ile dışavurumcu sinemanın dili ve anlatımı oluşturuldu.
1925′te iflasın eşiğine gelen UFA, büyük Amerikan film şirketlerinin yardımıyla kurtarıldı ve bu yardım karşılığında Alman yönetmenler ve teknik elemanlar ABD’ye giderek orada çalıştı. Daha sonra Hitler’in iktidara gelmesiyle de çok sayıda Alman sinemacı ABD’ye yerleşerek Hollywood sinemasının estetik temellerini attı.
Hollywood sinemasının anlatı özelliklerini ve dışavurumcu sinemacıların bu anlatıya katkılarını bir başka yazıya bırakalım.
Özetle söylersek; Bu akım döneminin tarihsel ve siyasal durumu, yarattığı atmosferi anlatan bir akımdır. Akım olarak sona ermesine rağmen korku sineması ve film noir(kara film) türlerini etkilemiştir.
Bir ilave cümle ile ifade edecek olursak, şunu da diyebiliriz ki; Alman yönetmenlerin yaklaşan Nazizm tehlikesi arifesinde ‘çığlık’ atmalarının bir fotoğrafıdır dışavurumculuk.
DIŞAVURUMCU SİNEMANIN ÖZELLİKLERİ
*Dışavurumcu sinemanın en belirgin özelliği, biçim ve içerik farklılığıdır. "Öznel Kamera Tekniği" yani olayları, olay kişilerinin gözünden takip etme tekniği kullanılır.
*Gölgeli bir ışıklandırma, gerçeküstü bir dekor, yapay rol yapma ve kameranın aşırı anlatım üslubu dikkat çeker. Filmlerde doğal mekan yerine stüdyolar, kapalı alanlar, yapma dekorlar kullanılır. Doğallıktan aykırı bir mekan yaratmak esastır.
*Düzenlenen çerçevelerde, kompozisyonlarda genellikle çarpık açıların kullanılması ruhsal çatışmaları güçlendirir. Evler, kuleler, kapılar insan boyutlarına göre ya çok küçük ya da çok büyüktür. İnsan kitleleri, mimari bir tarzda düzenlenir, insan figürleri büyük nesneleri tamamlayan ayrıntılar gibi ele alınır.
*Bütün nesneler, ışık ve gölge oyunlarına göre biçim değiştirir; Örneğin, kapı bir insan portresi haline, ya da bir insanın gölgesi canavar biçimine dönüşebilir.
*Oyuncular özgürce hareket edemezler. Tiyatro dili kullanırlar. Sahnedeki hareketleri sınırlıdır. Hareketle dekorlarla tamamlanır. Makyajlar abartılıdır. Akıcılığı olmayan jest ve minikler kullanırlar.
*Filmlerde kaba ve barbar görüntüler hakimdir. Ölüm ve düşük yaşama ilişkin nesnelerle beraber, savaşın kızıştırdığı umutsuzluk ve erime bu dönemin konularıdır. Daha iyi bir dünya düşlenir. Bu düşle birlikte -*"Gerçekçilik" bir kenara bırakılmış, soyut ve metafizik olana yönelinmiştir. Görsel anlatım güçlüdür. Güncel hayat dikkate alınmamış ve "BEN'İN" derinliklerine inilmeye çalışılmıştır."
*En önemli özellik; bu filmlerin belli bir dünya görüşü taşımasıdır. Bu akımdaki anlayışa göre dış dünya deforme edilip çarpıtılmakta, gerçekler sanatçının özgür düşüncesinin etkisiyle bozulmaktadır.
DIŞAVURUMCU SİNEMA ÖRNEKLERİ
Bu dönemde fantastik dünyaya ışık tutan belli başlı dışavurumcu sinemaya örnek filmler şunlardır:
PRAGLI ÖĞRENCİ (1913)-YÖN:STELLAN RYE
GOLEM (1914) -YÖN: HENRİK GALEEN
HOMUNCULUS (1916) -YÖN:OTTO RİPPERT
DOKTOR KALİGARİ'NİN MUAYENEHANESİ (1919) – ROBERT WİENA vs…
BİR DEHŞET SENFONİSİ(1921) YÖNETMEN: F. V. MURNAU’NUN
METROPOLİS(1927) : YÖNETMEN: FRİTZ LANG
Bunlardan mimar ROBERT WİENA tarafından yönetilen Doktor Caligari’nin Muayenehanesi, Dışavurumcu sinemanın başlangıcı, Psikolojik filmlerin ilk örneği olarak kabul edilir. Filmde DR. Caligari adlı birinin "CESARE"adlı bir genci hipnotize edip ona cinayetler işletmesi anlatılır.
Dekorarını kübist ressamların hazırladığı bu filmde mizansenler kahramanlann iç dünyalarını yansıtacak gibi düzenlenmiş, mimari, dekor, ışık vb öğeler filmin temalarını ve duygu tonlarını yansıtacak biçimde, adeta plastik bir malzeme gibi yoğurulmuştur.
Film "ÖZNELLİĞİN" beyaz perdedeki yüzüdür. Görsel bir şöleni andıran filmde insanların öfke, şiddet, sevinç gibi duyguları dekorda yer alan simerik şekillerle anlatılmaya çalışılmıştır. "Kısaca Ekspresyonist Sinema "BEN«İN" derinliklerine inmiş, görüneni görünür kılmış ve kompleksleri ve kötülükleri görüntülemiştir." İnsan içine ayna tutar.
Not: Bu yazı,öğrenim gördüğüm Giresun Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu Radyo TV Teknolojileri Bölümü Sinema Kuramları (Öğretim Görevlisi Mehtap Özsoy) dersi için çeşitli kaynaklardan yararlanarak çalışma olarak hazırlanmıştır.