“BANA BABA DA DİYEBİLİRSİN AMA BANA KÖR SEMA DERLER”
UFUK KEKÜL-Sana Sema abi diyebilir miyim?..
SEMA.YAZICIOĞLU-Baba da diyebilirsin!..
U.KEKÜL-Doğru… Babam, turnelerimiz yüzünden eve gelmeyince beni evden kovup “senin baban Sema, onlara git” demişti.
Şaka bir yana seni tanımam 45 yıla yaklaştı. İlk oyunumuz Teneke, 1978’di…1986’dan beri gazetecilik yapıyorum. Ama ilk kez söyleşi yapıyoruz, ne güzel seni tanıma, tanıtma fırsatı bulacağız. Nedense onca yıllık gazetecilik yaşamımda bunu yapmamışız, binlerce TV programına seni davet edebilirdim.
S.YAZICIOĞLU-Kısmet değilmiş…
U.KEKÜL- Tarzım haber üzerine kuruluydu, belki ondan. E, artık yaşımız kemale erdi. İki eski tiyatrocuyuz. Anılarımız bol,yaşam deneyimlerimizi, aldığımız kültürü yeni kuşaklara aktarma vakti. Acı olan da şu: Biz bu dünyadan gidersek bizi yazacak kimse yok galiba.
S.YAZICIOĞLU-Biz üzerimize düşeni yaptık. Bu kentin tiyatro, kültür-sanat tarihi içinde bir yerimiz var. Ölsek gözümüz açık gitmez.
U. KEKÜL -Göz dedin de…Senin isminin solunda seninle özdeşleşmiş bir isim var…
S.YAZICIOĞLU -Bana Kör Sema derler. Bu isimle anılmaktan hoşnutum. Bu doğuştan gelen özelliğim. Sonra bütünleştik. Sema diye kimse bilmez.
U. KEKÜL – Zaten Giresun’da herkesin bir ayaması, yani takma ismi vardır. Bu biraz bu kentin mayasında mizah olmasından.
Ben sana Kör Sema dedikten sonra da “ikinci gözü gönlünde” derim. İki gözü sağlam olan çok, gönül gözü olan yok denecek kadar az.
Neyse artık söyleşiye geçelim…Klasik bir soru…Siz Giresun’a nereden geldiniz, buralı mısınız?..
“ASLEN MISIR’DAN GELMİŞİZ. TOKAT-ARTOVA’YA YERLEŞMİŞİZ..AİLEMİZDE SANATÇI ÇOK. DEDEM UDİ, BABAM-ANNEM TİYATRO SANATÇISI”
S.YAZICIOĞLU -Aslen Mısır’dan gelmişiz. Dedemin Babası Tokat Artova’da ikamet ediyormuş. 3 kuşaktır da Giresun’da yaşıyoruz.Sokakbaşılıyız. Dedem burada okula başlamış, Darilfununu İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirerek Kulakkaya Nahiyesi’ne Nahiye Müdürü olarak atanmış. Dereli ve ardından da Piraziz Nahiye Müdürü olmuş. Yani özetlersek; dedemin babasıyla başlamış Giresun’da yerleşmemiz.
U-KEKÜL-Kültür-sanata ilgi galiba bir aile mirası, kuşaktan kuşağa aktarılan?..
S.YAZICIOĞLU-Evet, Yazıcıoğlu ailesi bana kadar hep kültür-sanatla uğraşmışlar. Bana da onlardan genetik olarak geçmiş. Mesela dedem Sema çok güzel ud çalarmış. Halam ve diğer akrabalarımın hepsinde mutlaka bir enstrüman çalan, icra eden varmış. Babam Ahmet Sema ise tüm bunlarla birlikte tiyatroya merak sarmış. Can Akengin’le birlikte Cumhuriyet yıllarında Halkevi’nde tiyatro yapmışlar.
U. KEKÜL — O yıllarda Giresun,.bölgenin kültür merkezi. Sosyal yaşam çok renkli. Çağdaş-uygar bir kent.
Giresun Halkevi de çok aktif. Cumhuriyeti, kültür –sanat aracılığı ile halk kitlelerine benimsetme görev ve sorumluluğunu en iyi yerine getiren kurumlardan birisi Özellikle tiyatro çok güçlü. Çok önemli eserler oynanıyor.
S.YAZICIOĞLU -Evet, bütün sanat türleri o kurumda icra ediliyor. Babamlar orada dünya klasiklerini, Baykuş, Kral Lear,Makbet gibi oyunları kendileri çevirip oynamışlar.
“BABAM ANNEMİ TİYATRO YAPARLARKEN KAÇIRIMIŞ”
U. KEKÜL -Anneniz de o yıllarda tiyatro yapıyor sanırım.
S.YAZICIOĞLU -Doğru…Annem Saime, Halkevi’nde oyuncu. Babamla orada tanışıyorlar. Aynı oyunda oynuyorlar. Annem Samsun Uzunköprülü. Babası Giresun Belediyesi’nde sağlık memuru olarak görev yapıyor. Sanata ilgili bir aileler. Annemle kardeşi hem okuyorlar, hem de tiyatro yapıyorlar.
İşin ilginç tarafı babam annemi tiyatro yaparken kaçırmış, eve getirmiş. Annem 17 yaşında. Dedem babama “seni yediemin tayin ediyorum. 18 yaşına kadar Saime’nin kılına zarar gelmeyecek. Onun da babasıyım. 18 yaşında nikahlanacaksınız”demiş.
Sonra nikah olmuş, 1940 yılında da ben doğmuşum…
U. KEKÜL -Tiyatrocu anne- babanın oğlu olarak sahneyle ne zaman tanıştın demeyeceğim. Annen herhalde hamileyken de tiyatro yaptı.
S.YAZICIOĞLU -Evet, tiyatro hep yaşamımda oldu. Ama ilk kez sahneye 10 yaşında çıktım. Halkevi’nde annemle babamla çok küçük bir rolde oynadım. Parklarda şiir okudum.
Ortaokulu tiyatro tutkusu yüzünden bitiremedim. Giresun Lisesi’nin oynadığı Moliere’n Cimrisi, Jul Sezar beni etkileyerek tiyatro yapmaya iten oyunlar oldu.
Sonra gençlik yılları ve asıl sanatçı kimliğini kazandığınız süreç başlıyor. Vahit ağabeyli yıllar…
VAHİT SÜTLAŞ İKİMİZİN DE HOCASI
S.YAZICIOĞLU – 1958’li yıllardı. Vahit Sütlaş, tiyatronun yönetmeni olarak göreve başladı. Giresun’a çok şey kattı.
U. KEKÜL -Vahit abiyi saygıyla anıyoruz, benim de hocamdı.Tabi ilk hoca sensin. 1977’de daha çocukken Teneke ile sen bulaştırdın beni tiyatroya. Vahit abiyi 1988 yılında Belediye Şehir Tiyatrosu’nun kuruluş sürecinde tanıdım. Tiyatronun ilk oyunu Derya Gülü’nü O yönetti. Ben, Fethiye Uzuner, Emine Balcı, Halil Domaç oynamıştık. Sonra bizim tiyatro anlayışımızı, niteliğimizi, özelliklerimizi kabul etmediler, birlikte oradan ayrıldık, bir gurup arkadaşla. O’nun önderliğinde GİST, Giresun Sanat Tiyatosu’nu kurduk. İlk özel tiyatrosuydu Giresun’un. O da sanat yönetmenimiz oldu. Son yönetmenliğini de birlikte sahneye koyduğumuz Batakhane Güzeli isimli müzikal oyunla yaptı.
Senin de bildiğin gibi; Vahit abiden sadece tiyatro öğrenilmiyor.Görgü kuralları,kibarlık, asalet, insan ilişkileri, sanatın diğer türleri. Mesela bize tango öğretirdi. Klasik müzik tutkum ondan kaynaklanır. Hatta masa adabını ve sohbet etmeyi de onunla öğrendik. Ben en güzel içkileri onunla içtim. Bir bayanın eli nasıl öpülür, sahnede gözlere nasıl bakılır.
Ama seninle çok eskiye dayanan bir dostluk ilişkisi var.
“TİYATROYU ÖNCE BABAMDAN, SONRA VAHİT SÜTLAŞ’TAN ÖĞRENDİM”
S.YAZICIOĞLU -Ben tiyatroyu önce babamdan, sonra da Vahit Sütlaş’dan öğrendim. Tiyatronun disiplinini ve diğer alışkanlıklarını o kazandırdı. Mesela konuşma dilinden faklılığını…Yüzlerce kez “gelecem,gidecem, kalkacam, oturacağım, yapıcam” dedirtti bana.
Aylarca hazırlanırdık bir oyuna, sonra bir disiplinsiz davranışımız olurdu, rolü başkasına verirdi.
Sonra Vahit Sütlaş, kendisini çok mükemmel yetiştirmiş bir entelektüeldi. Cumhuriyet aydınıydı. İstanbul’da çok iyi çevrelerde bulunmuş. Dönemin yazarları, sanat-edebiyat, müzik insanlarıyla günlerini geçirmiş. 50’li yılların Beyoğlu’sunu yaşamış. Harp Okulu’nda okumuş. Okuldan ayrılıp buraya geldiğinde yıl 1958…Halkevi Tiyatrosu onun gelmesiyle kuruldu, kurumsallaştı. İlk oyunumuz Turgut Özakman’ın Güneşte on kişisi, ardından Müfettiş…DP iktidarın baskısı, zulmü, her alanda olduğu gibi bizi de etkiledi. Sonra 1960 askeri darbesi oldu. Yapılan özgürlükçü anayasa sanatın önünü açtı özgürlük ortamından etkilenerek toplumcu gerçekçi tiyatro eserlerini sahneye taşıdık. Satre’nin Mezarsız Ölüler’i Yaşar Kemal’in Teneke’si, Turgut Özakman’ın Ocak’ı, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı o dönemin oyunlarıydı. 1958-1968 yılları arasında Giresun Halk Evi Tiyatrosu’nda kesintisiz tiyatro oyunculuğu yaptım. Bir çok oyunda önemli karakterleri canlandırdım.
ESKİ GİRESUN NASILDI?..
U. KEKÜL-Burada bir ara verelim. Sadece kültür-sanat anlamında değil, Giresun o yıllarda her haliyle güzel değil mi?
S.YAZICIOĞLU -Seninde belirttiğin gibi Giresun Karadeniz’in en çağdaş-uygar kentlerinden biri. Burada yaşam kalitesi çok yüksek. Gazi Caddesi’nden çıkarken her tarafta sağlı sollu bahçeli güzel konaklar vardı. O bahçeler içinde her türlü meyvenin ağacı vardı.
U. KEKÜL-Zeytinlik evleri gibi..Rum mimarisi. Her evden deniz görünürmüş ve hiçbirisi birbirlerinin güneşini kesmezmiş.
S.YAZICIOĞLU -Evet, mandalina-portakal ağaçları vardı. Bütün çiçek türleri mevcuttu. Hepsinde kuyular Kamelyalar vardı. Yemyeşildi. Bahçesi olmayan ev yoktu. Şehir Kumyalı-Gemilerçekeği arasındaydı. 1960’dan sonra betonlaşmaya başladı. 70’den sonra belediyeye gelenler şimdiki halin sorumlusudur.
Mutfağımız da çok zengindi. Sebze dışında deniz ürünlerine dayalı bir beslenme alışkanlığı vardı. Deniz bereketliydi.25’in üzerinde balık türü mevcuttu. Liman içinde Gazi Caddesi ve diğer alanlarda müzikli restaurantlar vardı. Şehrin iki parkında, Millet Bahçesi ve Taşbaşı’nda yerel sanatçılar her akşam konserler verirdi. Yazlık kışlık sinemalar, pavyon türü yerler ailelerin eğlence mekanlarıydı. Herkes birbirine saygılıydı. Genç kızlar, kadınlar, erkekler çok şık ve zarif giyinirlerdi.
Sonra Aksu Spor Kulübü’nü de anlatmak lazım. Bu kulubün.Çok mükemmel bir kütüphanesi vardı. Bünyesinde klasik-hafif batı müziği icra eden bir orkestra vardı.
U. KEKÜL-Galiba deplasmana o orkestra ve tiyatro ekibi de bir gece önceden gidip gösteri yaparlarmış.
S.YAZICIOĞLU -Her kulübün böyle hem müzik hem tiyatro kolu vardı. Onlar hem kendi lokallerinde hem de maç için gidilen illere hep beraber gider, gösteri yaparlardı.Beşiktaş Spor Kulübü’nün kü de ünlüydü. Giresun Musiki Cemiyeti çok faaldi. Cemal Uzal, Ahmet Hamdi Yücesan, Garagaşın Aziz, Kalyoncu kardeşler o dönemin ünlü sanatçılarıydı.
SOKAKBAŞI KÜLTÜRÜ VE CİNAHMET
U. KEKÜL -Bir de o ve daha sonraki yıllarda Giresun’un bazı özel farklı alanları var. . Benim de senin de yaşadığımız yöre, oradan biliyorum; Sokakbaşı bunlardan biri. Hatta Sokakbaşı Kültürü diye ayırmak lazım. Bu kültür çok önemli insanlar yetiştirmiş. Hepsinin ortak özelliği kıvrak zeka, mizahi yetenekleri çok fazla. Belediye Başkanı Kerim Aksu’ya bazen takılırım. “O espri yeteneğini o mahalleden almışsın” diye..
Tam da buraya uyan Cinahmet’li anıların var. Biraz anlatır mısın?
S.YAZICIOĞLU -Cinahmet Giresun’un gelmiş geçmiş en renkli kişiliklerinden birisiydi. İnşaat Yüksek Mühendisi. Ama mesleğini yapmadı, ses ve saz sanatçısıydı. TRT’den Şemsi Yatsıman’la tartıştığı için, başına sazı geçirdiği de söylenir, kovulmuş. Sokakbaşı’nın gülüydü.Bir dükkanı vardı. Orada saz yapar satardı. Ama o öyle herhangi bir saz değildi. Ağacı verniği, zımparası, perdesi, ayar kolonları, eşiği herşeyiyle özeldi. Yani Cinahmet sazı diye bir markaydı. Öyle herkese de yani iyi çalmayana da yapmazdı.
Özellikle akşamları onun o küçük dükkanında nevalemizi alıp buluşurduk. Nefis gecelerdi. Giresun’a gelen dönemin sanatçıları mutlaka o dükkana uğrardı. Kendisi keyife gelip çalardı, çal şurdan bir türkü diyeni kovardı. O’nun gibi Anadolu ve Giresun Türkülerini çalan söyleyen yoktur. Hatta bizim yanımızda Giresun Kalesi’nde sazın sapına saatlerce çaldıktan sonra bülbül kondurdu.
U. KEKÜL – Bizim de komşumuzdu. Babama da saz yapmıştı. Çocukluğumuz o sazın nameleri babamın türküleriyle geçti. Kulübesi ve yattığı yer bahçemize bitişikti. Naci amcaların evinin bir bölümünde kalıyordu. Yeğeni Haluk en iyi arkadaşımdı. Çok korkardık ona yaklaşmaktan. Bilyalı arabamızı o dükkanın önünde elimize alırdık. Nevi şahsına münhasır birisiydi. Çok iyi küfür ederdi. Küfürü edebi cümlelerle, hicivle süsler sanat icra eder gibi çakardı. Sırf O’na kendisine küfür ettirmek için uğraşırlardı.
S.YAZICIOĞLU -En güzel küfürlerini de bana ederdi.
U. KEKÜL -Bir de belediye başkan adaylığı var galiba…
S.YAZICIOĞLU – O tamamen benim başımın altından çıktı. Gaz verdik, “Ahmet abi, başkan olmalısın, senden daha iyisini mi bulacak Giresun. Hizmetlerini bekliyor insanlar, kazanırsın” falan diye ikna ettik.Yıl 1969…Bağımsız aday oldu, kahve gezileri, mitingler, ev ziyaretleri, pankartlar, flamalar. Espriyi herkes anladı ve rolünü herkes yapıyor. Öyle bir hava var ki bütün şehir Cinahmetçi…Bu da havaya girdi. Etrafında korumalarla geziyor, ben tabi “sayın başkan” diye yanındayım. Halkım diye başlıyor konuşmaya alkış, slogan kıyamet kopuyor Bir de sloganımız var “Ahmet Hamdi Yücesan, olsun biz başkan”…
Keşap Durağında miting var çok kalabalık. Kürsüde konuşacak. Su yerine önüne rakı koyduk, başladı konuşmaya bir süre sonra bardaktan bir yudum çekti “Sema senin a..” dedi bozuntuya vermedi devam etti. En çok kızdığı şey yumruk yapılmış elden ağız yoluyla çıkarılan sesti. Ben halkın arasına karıştım. Bu sevgili Giresunlular dedi, ben ilk “dırrtttt” ı yaptım. Önce durdu, sövecekti tuttu kendisini. Sonra devam etti “sizlere hizmet için aday oldum”. Ben ikinci “dırrrttt” patlattım. Derken üçüncü… Bu daha dayanamadı “o kör Sema denilen O.Ç’unu bana getirin” dedi ve bastı küfürü ana avrat.
Neyse seçim günü geldi, sandıklar açıldı.Cinahmet’e koca Giresun’dan 2 oy çıktı.Ama her gelen giden, dükkanın önünden geçen “Ahmet abi oyumu sana verdim”diyor. Bir böyle iki böyle en son bu birisini yakasından yakaladı dedi ki” ulan(küfür)….Bu oyun birisini sen verdin, birisini Sema verdi de (küfür) benim oyum nereye gitti” …
Ondan sonra aday olanlara hep bu öykü anlatılır ve “Seçim sonunda Cinaahmet gibi olma” derler.
Daha pek çok anımız var Ahmet Abiyle. Allah nur içinde yatırsın, çok önemli bir kültür değeriydi. Sanatıyla, yaşamıyla…
İşte ben böyle bir Giresun’da yaşadım.
İLK PROFOSYONEL TİYATROYA KAMİL ÇAĞIRDI…
U. KEKÜL -Peki Sema abi tiyatro dışında, yaşamını sürdürdüğün işin neydi?
S.YAZICIOĞLU -Ben matbacıydım…
U. KEKÜL -Kaç işle iştigal ettin. Galiba rekor sende bu konuda.
S.M-Çokkk. Akla gelen pek çok işi yaptım. Matbacılık, veteriner teknisyenliği, orman işletme işçiliği, Etibank Murgul Bakır İşletmelerinde madencilik, dizgicilik, muhabirlik, antrenörlük, masörlük, Fiskobirlik işçiliği ve şimdi de emeklilik…
U. KEKÜL -Hani bir laf vardır ya; seni kim keşfetti…Nereden çıktı profosyonel tiyatro?
S.YAZICIOĞLU -Beni Kamil Sönmez Ankara’ya davet etti. O burada okudu, İyi arkadaşımdı. Ankara Drama Sahnesi’nde oyuncuydu. İdareciler Derneği’nin organizasyonuyla Çift Merdiven Sokağı isimli oyunda turnedeler, oyuncu eksiği olmuş beni çağırdı. Ankara’ya gittim tiyatro yapmak için. İlk oyunum yani profosyonel olarak o oyun oldu. Sonra Frederich Durenmat’ın Fizikçileri’ni Kamil’le oynadık. Levent Kırca ile ilk tanışıklığımız o oyunda oldu…Ankara Sanat Tiyatrosu, Kardeş Oyuncuları, Drama Tiyatrosu, Ankara Birlik Tiyatrosu, Ankara Halk Oyuncuları’nda 100’e yakın oyunda oynadım. Birkaç kez tiyatro ile Türkiye turnesi yaptık.
O turnelerden birinde Murgul’da oynadık. Bakır İşletmeleri’ne bağlı spor kulübünden bana antrenörlük teklifi geldi, orada kaldım. Ama 1974’de Ankara Birlik Tiyatrosu’nun sahibi Zeki Göker beni aradı. Yeniden Doğarız Ölümlerde isimli oyununda oynamamı istedi. İşçiyim, yemek, yatak parası yok, 64 lira yevmiyeyi bıraktım, gittim. O oyunu 800 kez oynadık.
U. KEKÜL-Bu arada artık seni sen yapan oyunlar başladı.
S.YAZICIOĞLU -Evet, Yeniden Doğarız Ölümlerde, Yaşar Ne yaşar ne yaşamaz, Devri Süleyman, Evler Evler, 72. Koğuş ve Pir Sultan Abdal, oyunları benim devrimci sanatçı kimliği edinmemi sağladı. Politik ortamın da bunda etkisi oldu.1968 kuşağının bütün dünyadaki özgürlük hareketi sanatı da besledi, büyüttü. Halk için sanat, düzene muhalif bir anlayış taşıdık. Ve Denizler, Mahirler, Dev-Genç hareketinin ideolojisi sanatla alışveriş içine girdi.
Ben o ve daha sonraki süreçte hiç bulvar tiyatrosu yapmadım. Hep toplumcu sanattan yana oldum. Asaf Çiğiltepe, Zeki Göker, Rutkay Aziz, Altan Erkekli, Levent Kırca hep o dönemdeki ekolden geliyoruz. Tiyatroyu toplumu değiştiren dönüştüren bir olgu olarak gördük. Ayağa düşürmedik.
“İNSANI BİREYLEŞTİREN, KENTİ SOSYALLEŞTİREN BİR TİYATRO OLMALI..
U. KEKÜL -Şimdi bir kıyaslama yaparsak. Giresun’un şimdisine dönersek..
S.YAZICIOĞLU -Bırak o dönemden iyi olan şeyi, kıyaslayacak tek bir şey yok. Dejenere olmuş, sosyolojisi değişmiş bir kent var. Salon olmayan tek Karadeniz ili burası.
Kültür-sanat bu kentin içinden çıkarılınca geriye bir şey kalmıyor.
Bu nedenle başta yerel yönetimler, STK’lar, en başta da Giresun Üniversitesi’ne çok önemli görevler düşüyor. Neden bir tiyatroları yok veya aktif değil?…Sadece yönetmek, altyapı ile uğraşmak yetmez, önemli olan insanı sosyal bir varlık gibi görüp bireyleştirmek, nitelik ve düzey kazandırmaktır. Bu da sanatla ve de özellikle tiyatroyla mümkündür. O günleri yeniden yaratmak ve yaşatmak mümkün. Her kurum bünyesinde tiyatro kurmalı.
U. KEKÜL -Giresun Belediyesi’nin de bu anlamda eleştirilecek tarafları var mı?
S.YAZICIOĞLU -Tabi hem de suçlanacak kadar. 12 Eylül’de zorunlu olarak ara verdik. Ondan sonra ilk oyun yine Vahit Sütlaş’ın yönetiminde Duvarların Ötesi oynandı. Yine uzun bir ara, sonra da 1988’de senin de kurucular içinde olduğun yönetmen oyuncu olarak görev yaptığın dönem başladı.
Ta eskilerden bugüne kadar düşünürsek şimdi yapılan tiyatro değil. Belediyenin öncelikle bir kültü-sanat politikası olmalı, tiyatro da o politika içinde kurumsallaşmalı. Burada sizin ayrılmanıza neden olan 90’lı yıllardaki dönemde benimsenen bir kişiye, üç beş kişiye endeksli bulvar tiyatrosu anlayışı kabul edilmiş. Akademik,üretken, yenilikçi, iddialı bir tiyatro değil. Belediye tiyatrom var diye günü kurtarıyor, kişiler de egolarını tatmin ediyor.
Hadi Karına Koş diye bir oyun 5 kere oynandı. Bereket Doğan Turan geldi de bir kıpırdanma oldu, mesela Çehov oynandı. Bu önemli…
U. KEKÜL -Bir de tabi sosyal demokrat bir belediyeden söz ediyoruz. Bu anlayıştaki bir belediyenin tiyatrosu da galiba biraz farklı olmalı.
S.YAZICIOĞLU -Sosyalleştiren tiyatro yapılmalı…Ülkenin, kentin, halkın gündeminde olan konular oyunlaştırılmalı. Mesela şu üst geçitleri al taşı sahneye…
Ben bunca emek vermiş birisi olarak Giresun tiyatrosunu çok daha yüce noktalarda görmek isterdim. Sen ve diğer arkadaşlar şimdi tiyatro yapanlara bedeller ödeyerek imkan sağladı. Tiyatronun belediye tarafından kabul edilmesinde hepimizin büyük katkısı var. Şakir Yenal, Muzaffer Uzun, Salih Üstündağ, Fevzi Beyazıtoğlu’nu rahmetle ve emeği geçen herkesi da saygıyla anıyorum.
U. KEKÜL-Biz 1988’de salonsuz, ışıksız, dekorsuz, hiçbir şey yokken başladık. Provalarımızı meclis salonunda yapıyorduk. Tamamen amatör bir ruhla ve hevesle…Çok bedeller ödedik hep birlikte.
S.YAZICIOĞLU -Hatta evveliyatı da var, 12 Eylül zindanları.
U. KEKÜL -Tiyatro yoluyla devleti devirmekten sanık olduk. Sen de yargılandın. Benim uzun dönem tutuklu kalmamı sağlayan suçlarımın birisi de buydu. Ama tiyatro ateşi hiç sönmedi. Cezaevinde yatağımız yatmadı. Mahkumken ve mahkumlarla tiyatro yaptık. 72. Koğuşu oyunlaştırdık. Ve senin dışarıdan gelerek yönetmen sayesinde bir ilki başararak tarihe not düştük.
Sonra beraat ettikten sonra ben gittim yine o mahkumlarla Güneşte On Kişiyi hazırladım.
S.YAZICIOĞLU -O 72. Koğuş, bugüne kadar oynananlar içinde en iyisiydi. Hatta bir yazar, “bu oyunu dışarıdaki halk da izlemeli, kapalı duvarlar arasında kalmamalı” diye yazmıştı. Keşke bir daha oynanma imkanı olsa.
U. KEKÜL -Sonra yollarımız yine bu seferde Aziz Nesin’in Hazırol oyununda ve kurduğumuz Şiir Dinleti Gurubu kesişti.
S.YAZICIOĞLU -Şiir gurubu Türkiye’de ilkti. Şiiri tiyatronun diliyle oynayarak sunmak güzel bir projeydi.1999’a kadar sürdü. Hatta o Bulancak Meydanında 6 bin kişiye Ahmet Arif, Nazım, Orhan Veli, Can Akengin ve diğer şairlerin şiirlerini oynamamızı unutamam.
O ŞİİRİ OKUDU..
U. KEKÜL -Tam da buraya bir şiir denk düşer. .Aslında Can Akengin’i senden iyi okuyan yok. Ama sen seninle özdeşleşen şiirlerden birisini oku…
S.YAZICIOĞLU -Olur…(Sema Abi bu bölümde aşağıdaki şiiri okudu. Bilmeyenler okusun diye bu şiiri de söyleşiye katıyorum)
BAŞKENTTE KOLTUK MEYHANELERİ
İşte böyle Salih
İşte böyle kardeşim
Akşamları olmaya görsün bir kez
Buğusu üstünde bir somun gibi
Gözümde tütmeye başlar
Bu dertli kentin en dertli yeri
Koltuk meyhaneleri
Alışılmış bir düzendir bu, bozulmaz
Boşsa cebim
Daktilo kızlardan borç alıp’Derdalan’ parasını
Herkesten önceben düşerim o yere
O yerdeki köşeme
Yumulurum şişeme
Daha ilk kadehte bir sökündür başlar
Her günkü arkadaşlar
İşe küskün cebe dargın boy verirler şöyle bir bir
Gene en başta Mehmet İspir
Arkasından zavrak İsmail’le postacı Nedim
Derken efendim
Gözlerinde gülüşlerin en tatlısı
Koltuğunda ney
Hey gidi dünya hey
Bu herkesin bildiği eski spiker Doğan Ülker
Bu yerlerde çürüttük Salih bu yerlerde
O güzelim gençliğin neyse bütün varını
Düşünmedim yarını
Düşünmedim karların böyle birden bire bastırıp
Birden bire yağacağını
Ve bu yerlerin bizi alın terimizi
Sağmal bir inek gibi sağacağını
Düşünmedim kardeşim, düşünmedim
Savrulan yapraklarıyla geliverdi güz
Çatladı nar örtük bütün kapılar
Dün yine aybaşı idi, olmaz olsun
Delik geniş yama dar
Gözlerimin önünden geçti bir bir
Asık suratlı alacaklılar
Uğrayamadım semtine kasapla manavın
Geçemedim dükkanı önünden bakkal Mustafa’nın
Suçlu bir insanmışım gibi gittim işime
Biliyorum Salih biliyorum
Küfretmişlerdir yine gelmişime geçmişime
Ne dersin ne söylersin
Bu ay da veremedim ev kirasını
Ve bu sabah tutuşturup bir kaç kuruşla yol parasını
‘Seni annen istiyormuş’ dedim
El kızını sepetledim
Ben böyle olacak adam mıydım
Böyle olacak adam mı Salih
Ama neyleyim elimden tutmadı talih
İçsem şaraptan
İçmesem ıstıraptan
Sarhoşum Salih sarhoş
Rıza Polat Akkoyunlu
“YENİDEN TİYATRO YAPACAĞIM.LEVENT’LE OLABİLİR..”
U. KEKÜL -Dönelim tekrar Giresun Belediyesi Tiyatrosu’na…Aslında kendime de soruyorum. Şimdi tiyatroyla yollarımız ayrıldı. Ama yeniden ‘gel’ tiyatro yapalım deseler veya yapacağız desek diyorum…Ben buna evet dedim aslında. Hatta bizi belediye davet ettiler. Mehmet Yılmaz ve diğer bazı arkadaşlarla gittik, Doğan Turan başkanlığında toplantı yaptık, ne yapabilirizi tartıştık, ama sonra herhalde birileri taş koydu, proje durduruldu. Olanla yetinmeye devam yani.
Yani tiyatro daha senin yaşamında olmayacak mı?
S.YAZICIOĞLU – Şimdi ailem ve çocuklarımla zorunlu olarak İstanbul’da yaşıyorum. Gitmek zorunda bırakıldım. 6 yıldır burada yokum. Küstüm pek çok kişiye. Ama özellikle CHP yöneticilerine, kin boyutunda küskünlüğüm var.Sanatçısına sahip çıkmadı bu şehir.
Orada arkadaşlarla görüşüyorum. Mesela Levent Kırca benim 50 yıllık dostum. Hala ilişkimiz sürüyor. Çok iyi bir Ortaoyuncu. Hep söylüyor gel oynayalım diye. Şimdi yeni bir sahne yapıyor. Varını yoğunu oraya yatırdı, borçlandı. Orası da olabilir. Kafamda öncelikle Levent’le tiyatro yapmak var.
Tiyatro neden olmasın ki… Doğru bir mekan, doğru kişilerle…Ama ben özellikle “Yeniden Doğarız Ölümlerde” oyununu yeniden oynamak isterim.
U. KEKÜL -Bunu da bir mesaj olarak verelim. Belki geçmişte oynanan oyunları tekrarlamak tiyatroya nitelik kazandıracaktır. Dar gurupçu yapısından arındıracaktır.
S.YAZICIOĞLU -Senden de yeni bir oluşum örgütlemeni ve tiyatro yaşamını sürdürmeni bekliyorum
“40 YAŞINDA EVLENDİM”
U. KEKÜL –İnşallah, genç kuşaklara öğreteceğimiz şeyler var…
Yavaş yavaş bitirelim. Son sorum sevgiye dair olsun. Sanatçılar zor severler. Sevdikleri bir sürü şeyi birleştirip bir insanın üzerine yoğunlaştıramazlar. Sevdimi de tam severler, son nefese kadar severler. Senin ki de böylesi bir sevgi…Nihal’le çok gıpta edilen bir evliliğiniz var. Nasıl oldu da senin başını bağladı bu kız.
S.YAZICIOĞLU -. Çok yoğun yaşadım, evliliğe fırsat bulamadım. Ahmet Başaran Halk Müziği sanatçısı ve tiyatrocu, o aklımı çeldi. O söyledi ilk olarak. “Evlenmeyecen mi sen” dedi. “Sana bir kız buldum” dedi. Bir akşam onlara gittik, Nihal’le tanıştık. Beğendik birbirimizi. Ben 40 yaşımdaydım. Bir süre nişanlı kaldık. O sırada Kamil Sönmez buraya konsere geldi. Biz de nişanlıyız, gittik. Adam çıktı dedik ki “ya kızım sen dünyada başka adam bulamadın mı” dedi. Herkes şaşırdı. Sonra şaka dedi ve bizi sahneye çağırdı. “Dünyanın en iyi insanı ile birliktesin, onu sana emanet ediyorum” dedi. Sonra evlendik, çok mutlu bir evliliğim var. Karımı seviyorum, çocuklarım çalışıyor.
U. KEKÜL -Çok teşekkür ediyorum. Giresun’a, Türk tiyatrosun katkıların unutulmayacak . Sağlıklı, mutlu bir yaşamın olsun. Ve bu kentte sanatın ışığı hiç sönmesin.
Perdeyi kapatıyorum ve seni alkışlıyorum..
13.10.2014 (ARİPSAS KAFE-GİRESUN)
NOT:Her hakkı saklıdır. Bu site dışında bir başka yayın organında yayımlanırsa, hukiki işlem başlatılcaktır.
böyle bir ustanın ,babamın adını saygıyla anması çok gurur verici