CUMHUR BAŞINA GELECEĞİ SEÇECEK…
Erdoğan, tıpkı Menderes, Kenan Evren ve Özal gibi bir devrin adamıdır.
O’nun döneminde de Türkiye, ekonomik-siyasal, ulusal ve uluslararası politikalarında köklü değişikliğe gitmiştir.
Mesela…
Kurumların Anayasadan aldıkları güçleri, ayrı ayrı yönetme kabiliyetleri yok edilmiş, birleştirilerek siyasi gücün emrinde görev yapar hale getirilmiştir.
Dolayısıyla demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinden, hukuktan, basın özgürlüğünden hızla uzaklaşılmış ve adeta başka bir devlet yönetimi ihdas edilmeye çalışılmıştır.
Dışta ise, durum daha vahimdir.
Devletler nazarında itibarımız kalmamıştır. Şamar oğlanına döndük.
Devletimiz, Türk coğrafyasında yaşayan soydaşlarımızı da temsil etmiyor. Türkmen, Azeri, Doğu Türkistanlı kardeşlerimize yapılanlar ortada.
5 ülkede konsolosluğumuz yok, ticari ilişkilerimiz bitti.
Konsolosluklarımız basılıp bayrağımız indirildi. Görevliler, vatandaşlarımız esir alındı.
Sorunsuz komşumuz yok. Hepsiyle savaşın eşiğindeyiz.
Liderlerinin asılmasına, linç edilmelerine yardım ettik.
İç savaşlara gayri meşru yöntemlerle, terörist guruplar üzerinden müdahale ettiğimiz belgelendirildi, bu nedenle Uluslararası Savaş Suçluları mahkemesinde yargılanmamız gerektiği dillendiriliyor.
Sonra…
Bütün dünyanın imkan ve kabiliyetine, teknik donanımına, güçlü iradesine gıpta ettiği, hayran olduğu ve korktuğu kahraman şanlı ordumuzun komuta kademesi, bu süreçte derdest edildi.
Mücadele yeteneği ortadan kaldırıldı, dağlarda, sınır boylarında terör örgütüne karşı savaşırken, kan ve can verirken, masa başında teslim fermanları imzalandı.
Adına Türk milleti denilerek birleştirilen pek çok etnik kimliğin oluşturduğu ulusumuzun içinden bir başka millet çıkarılarak bir vatanda iki uluslu bir devlet yaratmak istediler.
O terör örgütü de o ulusun temsilcisi kabul edildi.
Eylem ve söylemlerle farklı din ve mezheplere sahip yurttaşlarımızın arasına nifak sokuldu, Alevi-Sünni, Kürt-Türk savaşının koşulları hazırlandı.
Düşünmekten, konuşmaktan korkar olduk. Telefonlarımız dinlendi, sevdiklerimizle konuşamadık, aklımız ve yüreğimiz suçlu ilan edildi.
Üniversiteler bilim yuvası olmaktan çıktı, Rektörler iktidarın yedek lastiği oldu, politikalarına destek veren kurumlar oldu. Aksini yapan suçlandı, karalandı.
Halkımız günlük yaşamında şiddeti bir ifade şekli olarak benimsedi. Kadınlar, çocuklar bu şiddetin mağduru oldular.
Bu dönemin saymakla bitmez kötülükleri var. Mutlu olan sadece bir kesim, diğerleri geleceğine kaygıyla bakıyor.
Özetle; 2007’den bu yana adına terminolojide, literatürde karşılığı ‘‘cunta’’, ‘‘oligarşi’’ ‘‘muhaberat devleti’’, ‘‘teokrasi’’ hatta ‘‘faşizm’’ denilen bir ara dönem yaşanmaktadır.
Başbakan şimdi bu dönemi Cumhurbaşkanı sorumluluğu ile sürdürmek istemektedir.
Seçilmesi halinde bugünkü Türkiye’den daha güzel bir Türkiye olmayacağı aşikar.
Bunu öfke, nefret ve kin dolu söylemlerinden anlıyoruz.
Hiç duydunuz mu kendisinden; Türkiye’nin demokratik, özgür, barış içinde, insanları refah ve mutluluk içinde yaşayan bir ülke olacağını, bunu vadettiğini?
Yok!..
“Yeni Türkiye”, “Başkanlık sistemi’ diyor, ‘‘Siyasi görüşlerimi sürdüreceğim”, "Bakanlar Kuruluna başkanlık edeceğim" “Farklı olacağım” diyor.
Erdoğan’ın ne olacağına 24 saat sonra millet karar verecektir. Takdir onların…
Ancak bence kendisi Başbakan olarak görevine devam etmeli, siyasi hayatını orada sürdürmelidir.
Ki; böyle olursa yukarıda yazdığım, kendi sorumluluğu döneminde gerçekleşen iş ve işlemlerin, uygulamaların, kararların… Kabus dolu yılların,
Gezi olaylarında hayatlarını kaybeden gencecik fidanların…
Binlerce mağduru olan ‘kumpas’ davalarının, ‘paralel yapı’ ve diğer illegal olduğunu iddia ettiği örgütlenmelerin, 17-25 Aralık soruşturmaları içinde yer alan yolsuzlukla ilgili suçlamaların, insanın kanını donduran, gerçek olmadığı kanıtlanamayan ‘Tapelerin’ bağımsız yargı önünde hesabını verebilecektir.
Yani aklanmadan devletin en üst katına çıkmamalıdır.
Çünkü fezlekeye dökülmüş ve yüce divan süreci başladığı için asla geri dönüşü ve örtbas edilmesi mümkün olmayan pek çok suçlamalar peşini bırakmayacaktır.
Siyasi rakipleri ve basın da bunu sık sık gündem taşıyacak, ‘‘şaibeli’’ bir Cumhurbaşkanı yaftasıyla görevini sürdürmeye çalışacak, ülkemiz gerildikçe gerilmeye devam edecektir.
Sonuç olarak; bu fırsat bir daha ele geçmez…
Hiç olmazsa bir günlüğüne halk olunmalı, demokrasi ilk defa bize bu kadar fazla ihtiyaç duyuyor. Sırf bu nedenle 'Türkiye’nin seçimi’ için herkes, özellikle de CHP ve MHP'liler sandık başına giderek oy kullanmalıdır.
Bir öngörüyle bitirelim: Galiba ilk turda kimse %51 oy çokluğunu elde edemeyecek.Bunu Erdoğan başarırsa, iktidar sürecini kabul ettiren bir lider olarak şimdiye kadar yaptıklarını yapma ve herşeyi yapma hakkını elde edecektir.
Ötekilere gelince…Onu da Pazartesi gününe bırakalım.
DİPNOT:
Şunu merak ediyorum: Bu ülkede 12 milyon işçi, 3 milyon çiftçi, 5 milyon işsiz, 3 milyon memur, 10 milyon emekli, 18,5 milyon genç, 2 milyon esnaf , 133 bin akademisyen, 5,5 milyon üniversite öğrencisi, 30 bine yakın şehit gazi, 6 bin sürülmüş, meslekten atılmış, cezaevine konulmuş polis, bir o kadar asker, 12,2 milyon işgücü dışında kadın, binlerce gazeteci var…Aydnı ve mağduru bol bir ülkeyiz yani…
Bu kadar kalabalık bir seçmen kitlesinin acaba sağduyusu var mı?